Bu yazı sadece doğu kültürlerinde korkunun neden bu kadar hayatın içinde yer aldığını merak ve sorgulama isteğidir.

Doğduğumuz andan itibaren korku hayatımızın bir parçası oluveriyor. Kanımca zaten doğumun kendisi bile bir korku tüneli gibidir:) Bilmiyoruz ki anlatabilelim. O yüzden avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz. Tabii bunun bilimsel açıklamasını artık herkes yarı doktor kadar biliyordur. Benim ilgimi çeken neden yetişkin insanlar olduğumuzda artık tam donanımlı korku sahibi olmuş oluyoruz. Bebeklerimizi, küçüklerimizi korkutarak korumaya çalışan bir kültürün bireyleriz. Öyle görmüşüz asırlar boyunca. Hiç farkına varmadan aynı korkuları yaşatmaya devam ediyoruz. Bebeklerimizi 40 gün boyunca dışarı çıkartmayız. Bırakın bebeyi, anneye yalnız kalmak bile yasak. Vah zavallı anne! Zaten lohusa, hormonlar tavan yapmış eve hapsolup kalıveriyor. Yalnız da kalamıyor ki şöyle bir ağlasın kendine gelsin.
Güçleri bilinmeyen ve görünmeyen varlıklar hep yanı başımızda. Nedense hep bize zarar vermek istiyorlar. Bunların arasında hiç iyi olanı yok mu anlayabilmiş değilim. Böyle böyle korkulacaklar listesine öcüler, Baba Yagalar, babalar, abiler, kocalar, müdürler (onların çeşitleri var), öğretmenler, hastalıklar, patronlar vs. eklenmeye devam eder. Artık yetişkin olduğumuzda korku tünelinin içinde baya bir yol almış oluyoruz. Bilemiyorsun hangi dönemeçte karşına hangisinin çıkacağını. Ama yaşına bağlı olarak farklı dönemlerde tünelin içinde çıkacak bir şeyler hep oluyor. Çocukluğunun kabusu öcüler (ve de benim büyücü ninem:), genç olduğunda beğenilmeme korkusu, yetişkinlikte başarısızlık korkusu,(araya sıkıştırmadan geçemicem. Başarı kelimesine karşı acayip kötü hislerim var), anne baba olma korkusu, yaşlanınca da yalnızlık ve ölüm korkusu.
İnkar edilemez biyolojik bir gerçektir korkunun bizi bir yere kadar koruduğu lakin sınır nerede? Düşünsene, hastalıktan o kadar çok korkuyorsun ki hep hastasın, patronundan o kadar çok korkuyorsun ki hep azar işitiyorsun. Sözde korumak için başlattığımız korku furyasının esirleri olmuşuz.
Bilmemenin korku yarattığını bilseydik, hepimiz bilmek için çırpınır ve korkunun dozunu kaçırmamış olurduk. Ne demiş doktorlarımız. “Her şeyin fazlası zarar, azı karar”.
Rahmetli ninem çocukları çuvala koyar “küllükten” aşağı yuvarlardı. Düşünsenize dehşeti :)) Bunun devamı sonra….
Baba Yaga[değiştir | kaynağı değiştir]
Baba Yaga, Slav folklorunda cadı veya büyücü bir karakterdir. O küçük çocukları kaçırır (ve muhtemelen yer). Tavuk ayakları gibi dört ayak üzerinde duran bir kulübede yaşar, süpürgesiyle köylerin etrafında uçar. Özellikle bu ev tarzi Ural ve Tungus topluluklarında rastlanan bir yapı biçimidir. Slav mitolojisinde ayrıca kayıp ruhlara rehberlik eder. Rus masallarında Baba Yaga, akçaağaçtan yapılan bir süpürge ile havada süzülen bir cadı olarak tasvir edilir.
Baba sözcüğü çoğu Slav dillerinde “yaşlı kadın” ya da “büyükanne” anlamına gelir. Yaga sözcüğünün ise Ural-Altay kökenli[2] olduğu tartışılmaktadır. Adı çeşitli Slav dilleri içinde farklı söyleyişlerle kullanılır: Baba Jaga, Jezi Baba, Jaga Baba, Baba Yaha, Baba Jaha, Baba Jahinia… Bu isim bazen “boynuzlu yaşlı kadın” olarak da tercüme edilir.