Bulutlar Darıdere üzerinde toplanmaya başlayınca, eşim “koşun yoksa sucuk olcaz” dedi. Eeee ne güzel işte, yemelik oluruz dedim ama ıslak ıslak arabada oturmak da hiç sevimli görünmedi gözüme. Böylece Darıdere’yi koşar adım, istikamet Kırcali deyip, terk ettik. Kırcali’nin, benim bildiğim, dört ana giriş yolu var. Makaza sınır kapısından girenler Mestanlı (Momchilgrad) üzerinden Kırcali’ye ulaşıyor. Oğlum “ben tamamen karıştırdım nerede olduğumuzu” dedi. Biz anlatmaya çalışırken de zaten eski köprüye ulaşmış olduk. İlk intiba perişan, boş, eskimiş bir şehir görüntüsü şeklinde. “Değişmeyen tek şey değişimin kendisi” sözünü yerle bir edebilecek bir yer Kırcali. Sanıyorum böyle düşünmemde Türkiye’de yaşıyor olmamız etkili. “Hızlı ve Öfkeli” yaşamaya alıştığımızdan, sakin bir hayatın hüküm sürdüğü bir yere varınca boşlukta hissediyor kendisini insan 🙂 Bu ziyaretler tatlı ve ekşiyi aynı anda yemek gibi. “Ayyy ne hoş ne tatlı” derken birden aradan ” bu ne şimdi” dedirten şeyler çıkabiliyor karşına.
Ufak bir şehir turu atıp, postanenin yanındaki, yıllardır ayakta durmaktan beli tutulmuş dondurmacıdan dondurma aldık. O da oğlumun aklına geldi! Yoksa biz bir banka çöküp “ayyyy ne zamanlardı” muhabbetine çoktan başlamıştık eşimle :)) Adam belki de 10 yıldır aynı yerde makine dondurması satıyor.
Kırcali’ye gelip de Pazar’a uğramadan olur mu hiç? Eskiden üstü açık olan pazarı ,üstü kapalı hale getirdiler uzun zaman önce. Şehrin sebze meyve satışı buradan yapılıyor. Ufak tezgahlarda her zaman taze meyve bulmak mümkün ve tabii ki de güzel domates. Biz de yeni bahçeden toplanmış kiraz ve oğlum da iki gün sonra kendi elleriyle çöpe atacağı kavunu bulduk. Nasip önemli bir şey… kıh kıh. Oldukça uzayan günün sonunda eve kendimizi zor attık. Ertesi günün “pasaport kuyruğuna” kendimizi hafiften alıştırarak serin bir uykuya teslim olduk.
Sabah erkenden “pasaport kuyruğuna” dizildik. Göçmenler bilir, pazartesi günü sabah otobüslerden inenler, bizim gibi bir gün önceden gelenler ve BG’nin daimi vatandaşları pasaport şubenin önünde dağınık, karmaşık, kalabalık ve kahveli şekilde toplanırlar. Sırayı sıra halinde tutabilmek imkansız gibi bir şey! Yanlardan ilişenler, önlerden eklenenler çok olur ve sen uzuuuunca bir süre yerinden kımıldamadan beklemek zorunda kalabilirsin. Tam da benim sevdiğim şeyler…. Hele kurnaz teyzeler yok muuuu! Yok mu onlar, yok muuuuu 🙂 Bir tanesi de bana denk geldi o sırada. Sıraya girme ihtiyacı hissetmeden yanımıza gelip ilişiverdi. “Bekledik, baktık” ama yaptığından rahatsız olmasını sağlayamadık. Uyarınca da aldığımız tepki, sonradan çok, ama çok gülmemize vesile oldu.
– Ablacım, bak sıraya geçmen gerekiyor. Arkada bekleyen bir sürü insan. Gelip burdan “kaynak” olma sıraya. Biz de uzun zamandır bekliyoruz…
– Ma! Ma ni dera! Nap olamış o üle? Maaa!
– ????? Ama öyle. Yeni geldiniz ve hemen yanımıza iliştiniz. Böyle bu sıra akşama kadar ilerlemez. (Bu arada nihayet beklediğim destek geliyor sıra ahalisinden)
– Ma! Ma nap olcamış o? Ma bak kam! Maaa!
“Ma” ile başlayıp “ma” ile biten konuşmamız sonucunda teyzemiz hiç bir şey olmamış gibi devam etti yanımızda dikilmeye. Sonunda sıra numarası verdiler de nefes alabildik. Oğlumun pasaport işlerini tamamladığımızda, derin bir 5 senelik nefes çektik içimize :)) Ma teyzemizle de seve seve vedalaştık… O günün devamında eşimin köyünde akraba ziyaretleri yaptık. Ma teyzeden sonra keyifli bir gün oldu 🙂 Ertesi gün de benim köyüme gittik…..