Şundan Bundan

Bizim Piscan tam bir “hayvan”:) Hasta oldu ve evde her yere hapşırıyor. İnsanlığımıwhatsapp-image-2017-01-17-at-08-27-44
kullanıp bunu görmezden gelmeye çalışıyorum yoksa evden kovmam gerek:) Zaten biz mi onun sahibiyiz o mu bizim sahibimiz belli değil. Eve acıktığında yada hastalandığında yemek ve yatak için geliyor. Anneme göre “ayıp bişey”. Kayınvalideme göre de arada oğlum olmasa eve ne kedi gelebilir ne köpek:) Biz neyiz peki?

Piscan’ın resmi adı Behlül. Ama biz ona önce Azman dedik, sonra Kocagöz, şimdi de Piscan. Uzun ve beyaz bıyıklarından ötürü Dedecik de dedik. Eylül de Cinli dedi. Bazen oturuyor bir köşeye dik dik bakıyor gözlerini kırpmadan. Bazen de evde çıt çıkmıyorken birden arkasına dönüp bakıyor. Korkutuyor beni deli… Mırrr mırr mırrr dolanıyor ortalıkta.

Bu kış çok hasta oldu. Orta kulak iltihabı bile oldu. Dengesi kaybolu. Denge geri geldi ama
kafası yamuk kaldı:) Onca isim yanına birde “yamuk kafa” eklendi:)  Kapı aralarından yamuk kafasıyla bakıyor bize. Mırrrrlıyorsa yaklaşıyoruz, mırk lıyorsa kaçıyoruz. Biz ona o da bize alıştı. Bulduk dengemizi.

                                                                     ****************

Bütün bu gündem karmaşasının içinde hikayelere daha çok ihtiyaç duymaya başladım. Ne kadar da meraklıymışız savaşmaya, didişmeye, ötekileştirmeye. İnsan olmak cahil kalmaya engel değil demek ki. İlk çağların kavgaları, şekil değiştirmiş vaziyette hala devam ediyor. Bir de cahilce böbürleniriz insanlığımızla. Misal Afrika’nın aslanları gelip Avrupa ya göç etmiyor. Avrupa’nun kurtları da gidip Asya’da toprak istemiyor. Vallahi köyümüzün geyikleri petrol hiç aramıyor. Çok olduğu söylenen yabani domuzlar bile sadece eşeleniyor tarlada. Gidip orayı burayı patlatmıyorlar. Peki ne oldu insan olduk da? Rahmetli dedemin dediği gibi “moskuf” oldu toptan insanlık. Annem bile buna “düşünebile mısın” diye sorar. Yani düşünebiliyor musunuz?

                                                                 ****************

Denge. Ne  güzel bir sözcük. Manası da söylenişi de güzel. Yalpalamadan yürümek gibi, batmadan yüzmek gibi, az yemek ile çok doymak gibi. Bizim küçümsediğimiz “hayvanlar” bile dengede yaşayabiliyorlar. Köpek, eşek, öküz diye çağırdığımız insanlar var. Köpeği sevmeyiz, eşeği aptal  öküzü de kaba buluruz. Onlar haddini aşmıyor, tabiatında var olanı yapıyor. Biz de tabiatımızda olanı yapıyoruz. Çalıyoruz, kırıyoruz, dövüyoruz, savaşıyoruz  ve dilime dahi alamadığım daha neler neler. Seviyoruz da bu arada. Hem de ölesiye, öldüresiye. Tabiatımızda olmasa yapar mıydık bunları?

 Hepimiz birer taşıyıcıyız. Hastalığın ne zaman alevleneceğini de bilemiyoruz. Deriz ya hani “”anaaam kendimi tanıyamadım””. Tanıyamazsın tabii. Sen okuma, sorma, araştırma, bekle biri senin yerine bunları yapsın sonra da sana şunu yap bunu yapma desin. E ne oldu şimdi? Ne farkımız kaldı köpekten, eşekten ve öküzden. Zorumuz hayvanlarla değil zorumuz kendimizle. Ne bunu kabul edecek “aslan” yüreğine sahibiz ne de “kartal” cesaretine. O yüzden kolay geliyor didişmek. Hadi tabiatımızı inkar edemeyiz ama biraz daha az “hayvan” olmaya çalışabiliriz belki.


moskof
halk ağzındanMoskof özel adından
ad & sıfat
  1. acımasız, zalim (kimse).

Korku Tüneli…..

Bu yazı sadece doğu kültürlerinde korkunun neden bu kadar hayatın içinde yer aldığını merak ve sorgulama isteğidir.

Сообщество иллюстраторов / Иллюстрации / Непомнящий Дмитрий + Попугаева Ольга / Бабушка-Яга:
Baba Yaga

Doğduğumuz andan itibaren korku hayatımızın bir parçası oluveriyor. Kanımca zaten doğumun kendisi bile bir korku tüneli gibidir:) Bilmiyoruz ki anlatabilelim. O yüzden avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz. Tabii bunun bilimsel açıklamasını artık herkes yarı doktor kadar biliyordur. Benim ilgimi çeken neden yetişkin insanlar olduğumuzda artık tam donanımlı korku sahibi olmuş oluyoruz. Bebeklerimizi, küçüklerimizi korkutarak korumaya çalışan bir kültürün bireyleriz. Öyle görmüşüz asırlar boyunca. Hiç farkına varmadan aynı korkuları yaşatmaya devam ediyoruz. Bebeklerimizi 40 gün boyunca dışarı çıkartmayız. Bırakın bebeyi, anneye yalnız kalmak bile yasak. Vah zavallı anne! Zaten lohusa, hormonlar tavan yapmış eve hapsolup kalıveriyor. Yalnız da kalamıyor ki şöyle bir ağlasın kendine gelsin.

Güçleri bilinmeyen ve görünmeyen varlıklar hep yanı başımızda. Nedense hep bize zarar vermek istiyorlar. Bunların arasında hiç iyi olanı yok mu anlayabilmiş değilim. Böyle böyle korkulacaklar listesine öcüler, Baba Yagalar, babalar, abiler, kocalar,  müdürler (onların çeşitleri var), öğretmenler, hastalıklar, patronlar vs. eklenmeye devam eder. Artık yetişkin olduğumuzda korku tünelinin içinde baya bir yol almış oluyoruz.  Bilemiyorsun hangi dönemeçte karşına hangisinin çıkacağını. Ama yaşına bağlı olarak farklı dönemlerde tünelin içinde çıkacak bir şeyler hep oluyor. Çocukluğunun kabusu öcüler (ve de benim büyücü ninem:), genç olduğunda beğenilmeme korkusu, yetişkinlikte başarısızlık korkusu,(araya sıkıştırmadan geçemicem. Başarı kelimesine karşı acayip kötü hislerim var), anne baba olma korkusu, yaşlanınca da yalnızlık ve ölüm korkusu.

İnkar edilemez biyolojik bir gerçektir korkunun bizi bir yere kadar koruduğu lakin sınır nerede? Düşünsene, hastalıktan o kadar çok korkuyorsun ki hep hastasın, patronundan o kadar çok korkuyorsun ki hep azar işitiyorsun. Sözde korumak için başlattığımız korku furyasının esirleri olmuşuz.

Bilmemenin korku yarattığını bilseydik, hepimiz bilmek için çırpınır ve korkunun dozunu kaçırmamış olurduk.  Ne demiş doktorlarımız. “Her şeyin fazlası zarar, azı karar”.

Rahmetli ninem çocukları çuvala koyar “küllükten” aşağı yuvarlardı. Düşünsenize dehşeti :)) Bunun devamı sonra….


Baba Yaga[değiştir | kaynağı değiştir]

Baba Yaga, Slav folklorunda cadı veya büyücü bir karakterdir. O küçük çocukları kaçırır (ve muhtemelen yer). Tavuk ayakları gibi dört ayak üzerinde duran bir kulübede yaşar, süpürgesiyle köylerin etrafında uçar. Özellikle bu ev tarzi Ural ve Tungus topluluklarında rastlanan bir yapı biçimidir. Slav mitolojisinde ayrıca kayıp ruhlara rehberlik eder. Rus masallarında Baba Yaga, akçaağaçtan yapılan bir süpürge ile havada süzülen bir cadı olarak tasvir edilir.

Baba sözcüğü çoğu Slav dillerinde “yaşlı kadın” ya da “büyükanne” anlamına gelir. Yaga sözcüğünün ise Ural-Altay kökenli[2] olduğu tartışılmaktadır. Adı çeşitli Slav dilleri içinde farklı söyleyişlerle kullanılır: Baba Jaga, Jezi Baba, Jaga Baba, Baba Yaha, Baba Jaha, Baba Jahinia… Bu isim bazen “boynuzlu yaşlı kadın” olarak da tercüme edilir.

 

Being an Introvert – Is that so bad?

That's me exactly right now with my best friend (my dog): For many years in my life I have thought that I am weird and something is wrong with me. Socializing was not my priority nor the speaking. It was much more easy to listen and observe and do the things on my own. In most of my childhood and later on I felt guilty about that. Still in some moments. It was a big releaf when I started to work with my therapist and found out my very own. There was nothing wrong but an introvert:)

It can be hard for your friends or family to live and connect with an introvert person. They eagarly want you to be a part of crowded parties, weddings or even holidays. For few days it can be bearable but when you reach your limit of socializing, there is no way keeping it go. Being sick is a matter of minutes. You turn off all buttons and roll on in your deep.

For many of us, it is much more easy to work in our own. Being not interrupted and not speaking is definitely a bonus:) So please help us with not asking questions. Just be there and know that we are normal. We just prefere to listen to and observe instead of talking and partying.

Do we know well our children personality? Do I know well my son? How many of us prefere to ignore the quiets? My parents certanly  were not knowing that I am an introvert. That was not their fault. It is just a fact. The introverts exists, the extroverts also. No need of arguing which personality is best. Just accept each other. That helps and makes it easy:)

Bugün Menüde Koca Meşe ve Koca Kavak Var

İkisi de köyde. Masallara konu olabilecek kadar yaşlı, büyük ve hatıra dolu. Koca meşeyi  kim dikti bilmiyorum ama koca kavak rahmetli Sabragam’ın hatırası. Ben bildiğimde zaten oradaydı ve hala orada. Fışşş fışşş yapraklarının sesi  gelir evimize. Derenin kenarında, eskiden kuyunun olduğu yerde salınır. Kuyunun suyu çekileli çok oldu. Annem “onu şu kavak kuruttu der kızgın kızgın” konusu geçince. Anneme göre zaten her şeye ve herkese birisi bir şey yapmıştır. Çok ilginç değil mi?

Meşe ağacı — Stok Vektör #4965742
Oak Tree

Koca meşe de annem köye gelin geldiğinde oradaymış. Hala orada. O sağlam kök salmış olmalı. Geniş ve heybetlidir. Kavak gibi salınmaz ama bir sürü kuşa yuvalık yapar. Ondan gelen ses daha yok cırr, pırrrr şeklindedir. Çayırın yukarısındadır. Yanına gittiğinde teee Gedik görünür. Otobüsler oradan geçer. Göç olmadan önce yoğun olan bir yoldu orası. Şimdi boş.

Koca meşe çok Hıdrellez yuvarlanmalarına şahit olmuş:) Sabah erkenden kalkan köyün gelinleri gider yanında yuvarlanırmış. Annem ve kankileri de:)

Koca kavak köye giriş yolunun yanında, köprüye yakın durduğu için gelen geçen herkesi bilir. En çok hatırası Sabragam’ın eşi Ürkingem’ dedir. Her sene köye gelir, bahçemizde oturur ve uzun uzun koca kavağa bakar. Köyde kalan bir avuç insan koca kavağı kesecek olmuş. Kızmış, haber salmış o benim kavağım diye. “Hatırası var, onu Sabragan dikti, kestirmem “ dedi geçen sene. Kuyu da dere de uzun zaman önce kurudu zaten. Şimdilik koca kavak fışırdamaya, koca meşe de pırrrlamaya devam edecek.

“Herşey hatıra ma gülüm, herşey anı” demişti Ürkingem. Bildim, öyleymiş.

Yüzmek Sadece Kasları mı Çalıştırıyor?

Olimpik havuzumuz bu sene açıldı. Temelleri uzun yıllar önce atılmıştı ama bu sene tamamlandı. Su üstünde durmayı 18 yaşından sonra öğrenen ben,  gittim havuza yazıldım. Böylece, stil geliştirme çabalarım sonucunda bolca klorlu suyun tadına bakmış oldum. İçilmese de yüzülür….

Annem yanımda olsaydı kaç defa havuza atlardı bilmiyorum. Bütün havuz ahalisi çoktan kendisinden haberdar olmuştu:)  Onu hayal ettikçe kendi kendime gülüyorum:)) Ah anneeeem…

 Tee Rodoplar’da doğmuş ve büyümüş birisi olarak suya alışmak pek de kolay olmadı. Kulaç nefes ikilisini nasıl kombine edicem, ya bacaklar ne olacak derken gördüm ki bacakları çırpınmaya bırakıp orada unutacaksın. Aaaa oluyor galiba derken bir yudum da klorlu su ekledin mi işi olmuş bil. Sonuç itibariyle bütün kaslarım çalışıyor! Hu huuuu!

Tabi gel git derken iş biraz daha keyifli hale geldi. Bir uçtan bir uca gidene kadar üç defa dinlensem de pes etmiyorum. Her dinlenmede dönüp arkama bakıyorum ne kadar mesafe geçmişim diye. Perişanlık! Önümdeki mesafe ise çok daha uzun ama kendimi iyi hissediyorum. Kafamda bir sürü soru işareti??? İşte ampul o anda yandı! Dört ayın sonunda nereye bakmam gerektiğini fark edip hafifledim ve takılmadan yüzdüm. Üstelik tercih benimdi. Daha ne olsun.

Su daha mı iyi kaldırıyor ne……

Şimdi kim kalkıp havuz şöyle havuz böyle diyebilir. Meğer sadece kasları çalıştırmıyormuş….  yüzen hayvanlar ile ilgili görsel sonucu

DYADO MRAZ DA KİM?

BG de doğmuş ve büyümüş olan herkes Dyado Mraz’ın kim olduğunu bilir. Bilmeyenlere kısaca anlatayım. Dyado Mraz ormandan yada okulun arkasından çıkagelen, şimdiki haliyle bildiğiniz Noel Baba dır. Onu karşılamak için bir ay öncesinden hazırlıklar başlar. Şiirler, şarkılar ezberlenir, çam ağacı ve okul süslenir, çekilişler yapılır, hediyeler alınır. Köylerde bu çekilişe aileler de katılır ve en büyük hediye de genellikle horoz olur; ama canlıııı!!! Büyük gün geldiğinde (31 Aralık olur genellikle), okul meydanında toplanılır ve kutlamalar başlar. Bizim köyde Dyado Mraz çam ormanından gelir genellikle. Sakalları, şapkası, hediye dolu çuvalı, kocaman çizmeleri ile heybetlidir.Hem inanmak istersin gerçek olduğuna hem de merak edersin acaba bu sene kimi Dyado Mraz yaptılar diye:)) Eğlencelidir yani! Sonrası daha da eğlenceli olur… şiirini okur hediyeni alırsın. Ya sevinir yada ama ben bunu beklemiyordum kiiii diye düşünür ama sesini çıkaramazsın çünkü hem kalabalıktır hem de Dyado Mraz getirmiştir hediyeni. Çocuklardan sonra büyüklerin hediyelerine sıra gelir.Onlar daha çok eğlenir bu duruma. Şiir yada şarkı söylemeleri gerekmiyor nede olsa:) En büyük hediye olan horoz da bulur yeni sahibini ama genellikle sonu sobanın üstünde kaynayan tencere olur. Böylece hediyelerin de yenilebildiğini görmüş olursun. Çok yönlü hayat eğitimi….

dyado mraz ile ilgili görsel sonucu

Bir iki kutlamada bizzat Dyado Mraz’ın aslında Sabragam olduğunu görmüşlüğüm vardır. Noel ağacımızda yanan mumlardan sakalının tutuşması, öğretmenimizin sakalını çekmesi sonucunda, sakalsız Dyado Mraz agamızla da karşılaşmış oldum. Ahali bu duruma güler çünkü senelik gırgır malzemesi çıkmıştır artık. Çocuklar almış oldukları hediyelerden, kalabalıktan ve miiiis gibi bayram havasından sarhoştur. Hediyeleşme bitince Dyado Mraz üstünü değiştirir, ahali dağılır ve horozu kim aldıysa o akşam ziyafet çeker. Bize de geldi bir seferinde horoz. Eeee, sonu tabii ki tencere oldu! Dyado Mraz iyidir, severim kendisini….masal gibidir. Geldi ve geçti.


Wikipedia ne demiş

Bulgaria[edit]

The Bulgarian name of Santa Claus is Дядо Коледа (Dyado Koleda, Grandfather Koleda), with Dyado Mraz (Дядо Мраз, “Grandfather Frost”) being a similar Russian-imported character lacking the Christian connotations and thus popular during Communist rule. However, he has been largely forgotten since 1989, when Dyado Koleda again returned as the more popular figure.[37]

Bugün Aklımda Kalan

Kimsin?

Hiç telefonda bu soru ile karşılaştığınız oldu mu? Bak benim oldu. Düşünüp düşünüp bir türlü nasıl cevap vermem gerektiğini kestiremediğim bir soru bu. Afallama ve  engellemekte zorlandığım “sen kimsin peki” sorusu gelir dilimin ucuna. Ha düştü düşecek…. ya sonra? İşte bu “ya sonra” çok önemli. Ya iletişimi başlamadan bitireceğim, yada amaaan boş ver bugün de böyle olsun deyip devam edeceğim. Çünkü bu soruyu soran deden, ninen, köydeki amcan, evin tadilatını yapan ustan, komşun, dayın olabilir. Pekala patronun da olabilir. Napıcan? Kızacak mısın?

Ama ikinci versiyonda işler biraz değişiyor. Bunu soran hiç tanımadığın biri olursa, artık ne kadar usta olduğuna bağlı olarak  kızar, küser, arkadaşlarına anlatır vb rahatlamaya çalışırsın. Sonsuz seçenekler arasından bir duygu seçer, onu beğenmezsen diğerine geçersin. Al sana haftalık malzeme. Ofiste sıkıldım, kocamla kavga ettim, gelinim gıcık, kaynanam gelinden beter diye düşünmez gider “ya kim bu bana kimsin diye soran” kişisi diye düşünür kendine yeni meşgale bulursun. Çünkü artık içine gelmiş oturmuştur o “Kimsin”. İşte sorarım  kendime kimim ben?

Merhaba

Allahıııım! Bir şeyin hayal edilmesi ve hayata geçirilmesi arasında ne kadar büyük fark varmış. Bir seneden fazla bir zamandır bu sayfayı “doğurmayı” hayal ettim ama bunu hayata geçirmek için hiç bir plan yapmadım, veee pat bugün sayfamı açtım. Bir şaşkınlık, bir acemilik ki üstümde….gel de gülme halime. Ama avutuyorum kendimi;buraya aklımda kalanları yazıp anneme göstereceğim. Bütüün haşmetiyle “maaarifet” der beni bu sayfanın içine gömer, ben de böylece kendime gelmiş olurum.

Özetle düştüm bir hayalin peşine, bakalım yol nereye varacak.