Hügo, oğlumun yavruyken parkta bulduğu, bir kış baktığı, yazın bize misafir olarak getirdiği ve ondan sonra da geri “alamayıp” bize temelli yerleşen köpeğimiz.
Babam (kayınpederim), yaş aldıkça komikleşen, ilginç korku ve şikayetleri olan, yeni şeylerden hoşlanmayan ama Hügo ile arkadaş olup, bahçede beraber oturan tonton.
Poşta, bizim komşumuz, seksenini devirmiş, dünya yansa umurunda olmayan, meraklı, sürekli hareket halinde, mahallemiz göçmen camiasının ayaklı gazetesi.
Bu üçü ilginç bir dostluk geliştirdiler. Hügo Poştaya kızıyordu ilk başlarda şimdi alıştı. Babam ve Poşta zaten arkadaş, birbirlerine takılıp dururlar ama üçünün ortak özelliği meraklı olmaları. Hügo en ufak bir kıpırtıda hemen alarma geçiyor, babam ise camdan hemen kafasını uzatıyor, Poşta ise kapıyı açıp “Oyt, nere gidesiz be?” diye soruyor. Evden fark edilmeden çıkmak imkansız 🙂 Birine değilse bile, diğer ikisine mutlaka yakalanıyorsun:) Poşta sabahtan akşam geç saatlere kadar evi ile dernek, market, komşu, “kyaaafe” arası mekik dokur durur. Kim hasta, kim evlenmiş, kim köye gitmiş, kim kiminle kavga etmiş, kim ölmüş, kim doğmuş gibi havadislerin hepsi onda 🙂 Evde duramaz sıkılır. En uzun evde durduğu zaman ikinci kata balkondan tırmanmaya çalışıp düştüğü zamandır. O da zorunlu:) Poşta’nın ruhuna işlemiş posta memurluğu. Göçmeden önce memlekette posta memuru olarak çalışıyormuş. O köy senin bu köy benim dağıtım yapıyormuş. Şimdi evde oturamıyor sürekli dolaşıyor. Zaman geçtikçe yürümeleri daha sallantılı olsa da 🙂 Babam ise onun tam zıttı :)) Mümkün olsa evden hiç, ama hiç dışarı çıkmayacak! Sadece kafasını camdan uzatıp, bir nefes alıp gene koltuğuna uzanacak. Yeni olan her şey onda endişe yaratıyor. Düzene, rutine bayılıyor. Yürüdüğü yol, gittiği market, koltuğun yeri sonsuza kadar aynı kalsa çok rahat edecek. Poşta babama “tavıklar ne zaman çıkcak be” diye sorar, babam da “gene nere gidesın” diye cevap verir. Bir gün
mahallemizin emekli teyzeleri, üşenmeyim Poşta’nın aynı yoldan kaç defa geçtiğini saymışlar :=) Otuza yakın olan bu sayıyı da kendisine söylemişler :)) Çok kızdı. “Üşenmemişle, bakmışla ben kaç kere geçerın bu yoldan. Tü bre!” dedi durdu bir-iki ay. Bütün bu muhabbetin içine de Hügo gelmiş oldu. Poştayı kovaladı, üstüne zıpladı, behçesine girdi hatta evine bile girdi.
Neyse efendim, babam Hügo’nun birine “zarar” vermesinden çok korkuyor. Bahçede otururlarken bile ipini bağlıyor. Türlü türlü “zarar” senaryoları üretiyor. Bazen dayanamayıp eşli eşli gülüyoruz. Derken geçen kış babam Hügo ile yüyürken düştü. Omuzu kolu bir seneye yakın ağrıdı. Doktordan da korktuğu için uzunca bir süre doktora gitmedi. “Geçer o geçer” dedi durdu ve her gün yeni “zarar” senaryoları üretmeye devam etti 🙂 Hügo bu olanlara olmamış gibi davrandı.
Hügo büyük bir köpek ama patlama sesinden çok korkuyor. Kulağının biri göğe biri de yere bakıyor. Gözleri de derin ve akıllı bakıyor ama ruhunda çöpçülük var. Her çöp onun için hazine gibi birşey! Otur komutunu kolay öğrendi ama öteye geçemedik. Bekliyoruz kendiliğinden öğrenmesini :)) Yavruyken keçi gibi tepinirdi, havlamayı da bilmezdi. Sadece bir defa eğri büğrü bir “hav” yapar bu ses de nereden geldi diye bakınırdı. Şimdi peş peşe birkaç havlama yapabiliyor. Hele aşkı sokaktan geçince ulumaya başlıyor. Aşkı da sosis köpek. Tın tın, bir aşağı bir yukarı geziyor 🙂 Ayaklarımıza sürtünüyor ama pas vermiyoruz. Henüz gelin olarak almaya hazır değiliz 🙂
İşte bu üçlünün günlük hayatları camdan, kapıdan hayatı izleyerek ve birbirine sataşarak geçiyor. Poşta hep geziyor. Babam hep oturuyor. Hügo da hep tetikte. Üçlü kontrol ile geleni gideni gözlüyorlar……….