Kar masaldaymuş gibi yağardı köyümüzde. Her şey ve her yer bembeyaz, pofuduk bir örtü altına saklandığında, hayaller serbestçe her yerde uçuşabiliyordu. Akşamleyin pala pala serpiştirmeye başlayan kar, sabah kalktığımızda yolları kapatmış, sessizliğini sermiş oluyordu köyün üstüne. Bazen rüzgarla hızlanan, bazen de usul usul dökülen kar taneleri, sessizce süzülür ve gözüme burnuma doluşurlardı. Gökyüzünden binlerce beyaz karınca dökülürdü. O kadar zarif ve sessizlerdi ki, ne üşüttüklerini anlar ne de kapalı okul yolunun yorucu uzunluğu aklıma gelirdi. Kışın en sevdiğim zamanıydı sessiz kış günleri. İnsanlar evlerinden çıkmamış, hayvanlar ahırlardan çıkartılmamış ve evlerin önü henüz temizlenmemiş olurdu. Serçeler titrek titrek zıplar, karşı yamaçtaki çam ağaçları üstlerine beyaz dantel örtü serilmiş gibi olurlardı. Benim hayallerim coşar, ben de onları uçmaları için serbest bırakırdım. O soğuk, soğuk değil gibi gelir, bu masalın uzayıp gitmesini isterdim. Ufaktan ufaktan kürek sesleri duyulmaya başlayınca, köyün uyandığını anlar, bir nefeste bütün sessizliği içime çeker içeri kaçardım. Sobanın mırıl mırıl yanışı, aşkına kavuşmuş sevgilinin sıcaklığını ve güvenini verirdi. Uzaktan Sabragamın “” Iremziii” diye babama seslenişini duyar, babamın kürekle yol açtığını anlardım. Görmeme gerek yoktu. Eşyalar, hava, kar, rüzgar, kapı ve bacalar konuşurdu. Kovalarda biriken su donmuş, çeşmenin de kurnası donmuş olurdu çoğu sabah. Hayvanlara elle taşınan suyun buz gibi soğumuş olması onları etkilemiş gibi görünmezdi. Üstündeki buzu kırınca içmeye devam ederlerdi. Kurnanın buzunu çözdürmek biraz daha zahmetli bir işti. Bazen çözülür bazen de öyle kalırdı donmuş. Küser ve susardı kış boyunca.
Okul yolunu bazen arkadaşlarımın babaları, bazen de babam açardı. Bütün arkadaşlarım peşi sıra dizilir, sıkı sıkıya sarındığımız atkıların içine saklanarak, incecik açılmış yoldan öbür köydeki okulumuza varmaya çalışırdık. Lastik çizmeler içindeki ayaklarımız dondukça, sınıfın bir köşesinde yanan sobanın hayali ile ısınmaya çalışarak, incecik yoldan peşi sıra yürürdük. İçimdeki o sonsuz sessizlik benimle beraber okula gider gelirdi. Kar taneleri düşmeye devam ettikçe içim genişler genişler, sanki nefes olup havaya karışacakmışım gibi gelirdi. Okula varışımız biraz geç olur ama geç kalanlar sadece biz olmazdık. Diğer köylerden gelen öğrenciler de geç kalmış olur ve sobanın etrafı, ellerini ayaklarını ısıtmaya çalışan çocuklar ile dolu olurdu. Kimi zaman kar yağmaya devam eder, kimi zaman da soğuktan donan kar yüzeyi parıl parıl parlardı. Binlerce ışıltı, farklı renklerde göz kırpıyor, üstünde adım attıkça da kıtır kıtır ses çıkartırdı. Eve dönüşümüz içi karla dolmuş olan, Katırçayırı’ndaki göletin içine zıplamakla neşelenir ama o sessizlik yanımda hep usul usul yürürdü. Bazen havalanıyor, bazen esiyor, bazen de sessizce yanımda süzülüyordu. Köye yaklaştıkça bacalardan tüten dumanların çoktan kendi masalları anlatmaya başladıklarını görürdüm. Her evin kendi masalı vardı. Kimisi gri, kimisi siyah, kimisi de belli belirsiz beyaza yakın. Arkadaşlarım teker teker kendi masallarına girer, ben de benimkine doğru yürümeye devam ederdim. Sessizçe içeri süzülür, sessizce düşen karın yerde birikmesini izler, sağa sola saçılmış hayallerimi toplamaya çalışırdım…………..