Biz Çayırları Süpürüyorduk 🙂
Köyümüzün bulunduğu ve ekseriyetle Türklerin yaşadığı bölge dağlık, engebeli ve bol yokuşludur. Düz arazi bulmak neredeyse imkansız. Çayırlar, tarlalar, evler, bahçeler hep yamaçlarda. Göçten önce buralarda her bahar bir curcuna olurdu. Bu curcuna evlere badana yapılarak, bahçeler kazılarak, avlular sıkılarak devam ederdi. Evlerin önü süpürülür, yetmezmiş gibi çayırlar da süpürülürdü:) İlk farkına vardığımda anlamsız gelen bu eylem, bir yaz günü anlam kazanıverdi. Babam eski evin altındaki otları biçerken kosasına bir taş denk geldi. Çınnnn diye kargaları uçuran bir sesle beraber, kosanın orta keskin yeri yamuluverdi. Gözden kaçmış yada yukarılardan yuvarlanıvermiş olan bir taş gelip otların arasına saklanmıştı. İşte bütün bu “kazaları” önlemek için baharda çayırları süpürür ve toplanan çalı çırpı ile ateş yakılırdı. Böylece bana göre kışın resmen bitmiş olması ilan edilirdi. Uzunca kesilmiş olan dallardan yapılan cadı süpürgeleri ile kışın toplanan çalı çırpılar, dallar budaklar ve irili büyüklü taşlar çayırlardan süpürülürdü. Yeni filizlenmiş otlar süpürmeyle beraber sanki daha bir canlanır ve yeşil yeşil olurlardı.Tarla fareleri daha bir rahat gezerdi.
Kovalamaca oynadıkları bile olurdu. Temizlenmiş, kışlık mahmurluktan arınmış bir duygu havada asılı kalır ve bir süre öylece beklerdi.
Ağaçlar budanır ve gövdeleri kireçlenirdi. Paklık hem görülür hem hissedilirdi. Henüz yaz sıcağının ve tarladaki tütünün yormadığı insanların yüzlerinde de bahar esintileri vardı.
Çapasını omuzuna atan bahçesinin yolunu tutuyor, bir an önce gübreleyip dikime hazır hale getirmek için çabalıyordu. Gökyüzü hiç olmadığı kadar mavi, bulutlar hiç olmadığı kadar beyaz, derenin suyu hiç olmadığı kadar berrak akardı. Süpürülen çayırlar yeşil yeşil bakıyor, kuzular doğmaya başlıyor ve ağırdan ağırdan tütün gene hayatın merkezine oturuyordu. Evlenip köyümüze gelin gelenler, evlenip köyümüzden gidenler ile köyün nüfusu ne azalıyor ne de artıyordu. Kışlık dinlenceye yatmış olan hayat her bahar uyanıp kendi ritmini buluyordu. Ta ki “siz Türk değil Bulgarsınız” denilene kadar bu döngü devam etti. İşte o zaman dengeler başka yerlerde kurulmak üzere bozuldu…
Benim gözümden görünen resim ile büyüklerin gözünden görünen resim aynı mıydı bilmiyorum, ama çayırların süpürülmesini hep sevdim. Hep bir müjde vardı içinde. Yeniden başlamanın, yeniden canlanmanın heyecanı…. Salıncakta sallanmak gibi:)