Aşlamalık denilen yer, derenin kenarında, düz ve uzun bir araziydi. Bahar zamanı köy ahalisinin toplanma yeri de diyebiliriz. Bizim bölgenin köyleri ekseri geçimini tütüncülükten kazanıyordu o zamanlar. Aşlamalık da tütün tohumlarının filize yatırıldığı yatakların yer aldığı araziydi. Yataklara aşlama denir böylece dere kenarındaki düz araziye de Aşlamalık denirdi. Herkesin yeri sırası belliydi. Nasıl haberleşilirdi bilmiyorum ama Nisan başı gibi neredeyse bütün köy Aşlamalığa iner aşlamalarını hazırlamaya başlardı. Topraklar elenir, tütün tohumu serpilir, gübre serilir ve bastırılırdı. En son işlem olarak sulama yapılır ve aşlamalar (yataklar) naylonlar ile örtülürdü. Avrupa gübresi torbalarda köşelerde beklerdi sırasını. Sulamak için gereken su, hemen dereden elle ve tenekelerde taşınırdı. Sepkenlerden akan suya bakmak en sevdiğimdi! Çocukların kimi yardım eder, kimi çiçeklenmiş çayırlarda koşturur, kimi de dereden iribaş yakalamakla uğraşırdı.
Uzun şeffaf torbaların içindeki yumurtalar siyah inci gibi yuvarlak ve sıra sıra akan suyla beraber salınırlardı. Kışlık dedikodular herkesin birbirinden daha düzgün yataklar hazırlama telaşıyla karışırdı. En erken ve en düzgün aşlama yapmak annemin de hedefleri arasındaydı 🙂 Bir iki haftaya kalmadan tohumlar baş verir ve her yerden biten otları temizleme zamanı gelirdi. Bu sefer de köylüler aşlamalardan ot temizleme telaşına düşerlerdi. Tütün fideleri tam olarak büyüyene kadar bu işlem birkaç defa tekrarlanır, sulama ve “çıbıklama” yapılırdı; yani çubuklar dikilir ve aşlamanın üstü sera gibi kapatılırdı. O yeşilin rengi öylesine taze ve güzel görünürdü ki! Dikim zamanı gelene kadar onun aşlaması şöyle iyi, bunun aşlaması şöyle kötü lafları uçuşur dururdu havada. Kimi zaman ufak kavgalar da yapılır, dengeler sağlanırdı:) Bu arada tarlalar, ulaşılabilirlik durumuna göre, kimi traktör ile kimi de sapanlarla sürülürdü. Aşlamalıktan yolunan fideler eşeklere yüklenir, eşeği olmayan sepetlerde sırtına yükler ve tarlaya dikime gidilirdi. Hava biraz daha ısınmış, günler biraz daha uzamış olurdu bu arada. Çoluk çocuk, hayvan hasenat hep birlikte tarlaların yolu tutulur ve dikim zamanı başlardı. O koca tarlalarda elle dikim yapılır, elle sulama yapılır, elle çapalama yapılır ama nedense hiç şikayet edilmezdi. Edilse bile sessiz sessiz edilirdi. Komşu komşunun şikayetini duymazdı. Hoş nasıl duyacak tarlanın biri bir tepede öbürü de öbür tepedeydi:) Orada da kim en hızlı işini bitirecek yarışları yapılırdı. Deliydi insanımız, iş delisi..
En lezzetli yemekler tarlada yenilirdi. Bir tas yoğurt doğranır, yanına soğan kırılır, üstüne de helva yenirdi çoğunlukla. Yağmur yağma ihtimaline karşı iki çam arasına gerilen ipe naylon atılır ve çadır hazırlanırdı. Usul usul yağan bahar yağmurunun damlaları naylona vurdukça tatlı tatlı uyku bastırırdı. Yağmurdan sonra devam eden dikim çamurla yapılan savaşa dönerdi:) Her ayak külçe gibi ağırlaşır, “dikilaç” çamurla kaplanır ama dikim devam edilirdi. Dur durak bilmeden çalışırdı insanımız…Koca kamyonlarla taşınan sulama suları göletlere doldurulur, kurbağların sefa etmesine yardım edilirdi:)
Baharla başlayan bütün bu hengame ve telaş, tütünler “pastal” yapılıp, denkler sıkılıp teslim edilene kadar devam ederdi. Ondan sonra da şişler çıkartılır, yelekler, edikler, çorapalar örülmeye başlanır ve yazlık dedikodular değerlendirildi:)
Biz çocuklar da aralarda bir yerde kaynayıp gidiyorduk işte……