“Ne yapsam ne desem beğendiremiyorum. Doğru yaptığımdan emin bir şekilde şöyle oldu, böyle davrandım, konuştum diyorum onun altında da bir şeyler buluyor. Bana göre geç değil ama ona göre her gidişim geç. Ak diyorum kara diyor, kara diyorum ak diyor. Yıllardır kendisini memnun edemedim. Şöyle başladı halbuki her şey.
Kafam karışıktı, yerinde oturmayan şeylerin, boşta sallanmalarından nasıl kurtulurum diye düşünürken aynı şehirde buldum kendisini. Çaldım kapısını başladım hem ağlamaya hem anlatmaya. Daha ilk tanışmamızda azarladı beni. Şikayet edeceksen devam edemeyiz. Ama ben zaten şikayet etmeye gelmiştim diyemedim. Dilini, sözünü seçmezsen ayrılalım dedi. Dilime sözüme dikkat etmeye karar verdim sustum. Zaman akmaya başladı, benim sızlanmalarım iğne olup bana batmaya. Şöyle oldu diyorum kapı bana çıkıyor, öyle dedi diyorum kapı bana çıkıyor, ama bak bunda vallahi de billahi de bana haksızlık yapıldı diyorum, yaptırmasaydın diyor.
Bir süre sonra anladım ben kapıların bende olduğunu. Ama bir defacık bana hak verseydi be! Vermedi. Kaynanamdan çekmedim ondan çektiğimi. Gel zaman git zaman iyi geldi. Ben büyümeye başladım baktım o da büyüyor. Hani ben ondan önde büyüyebilirsem belki bana hak verir diye düşündüm ama sanki memnun olmamak için gelmişti dünyaya. Vara gele bazen usandım, bazen tamam sen devam et, istediği gibi yap dedim kendime. Elimi verdim kolumu istedi. Memnun olsun diye kolumu da verdiğim zamanlar oldu ama ıhhhh. Ama şimdi haksızlık etmiş olmayayım. İyi gidiyorsun dediği zamanlar oldu ama hemen arkasından gene memnun olmadığı bir şey buldu. Anladım ben yıllar içinde memnun edemeyeceğimi kendisini. Hem niye memnun olsundu ki? İşi buydu, memnun olmamak. İşinde iyiydi daha da iyi oldu. Artık kapıdan burnumu uzatınca işi çözmeye başladı. Gözümün ferinden, tenimin renginden, gazımdan, hırsımdan olup biteni anlamaya başladı ama bir defa bile haklısın demedi. Demedi a komşulaar demedi. Bir defacık deseydi kazan kaldırmayacaktım. Biliyorum o kazanın karasını da bana temizletecek. Ama canım o da bir defacık bana hak verseydi”……………dedi.



Bu bir ay içinde ev kedisinin değişik hallerine de tanık olduk ev erkeğiyle ben. Kemikleri sayılacak kadar zayıflayınca türlü senaryolar ürettik, tipik Türk anne baba edasıyla, şusu mu var busu mu var diye. Sonuç temiz çıkıca anladık ki aşkı var. Aşktan süzüm süzüm süzüldü, hatta 3. kat balkonundan asmaların üstüne kamikaze dalışı yaptı. Zor kurtardık ev köpeğinden. Şaka gibi ev köpeği ev kedisini yiyecekti! Bu dalış tek bir şeye yaradı, ev kedisinin iştahı yerine geldi. Bir de gördük ki ev köpeğinin sokak köpeğinden pek bir farkı yok kedi mevzusunda.
tırmalama hissi uyandıran halleri ev erkeğini ve beni insanlıktan bezdirdi. Ne zormuş “insan” olmak. Bu tür nereye ihbar edilir acaba? 





Bugün 2017′ nin son iş günü. Havada lodos, üstümde rehavet var. Sanki çok yorucu bir yolun sonuna gelmişim gibi. Kedi olup bir köşeye kıvrılasım ve kaybettiğim sihirlerim geri gelene kadar uyuyasım var. Her gün yaptığımız gibi, kahve molası için arkadaşımızın odasına geçtim. Kahvelerimizin köpükleri yılbaşı partisi gibi oldu. Köpük köpük, göz göz! Bir yudumdan sonra o köpükler yerini özlem ve gözyaşına bıraktı. Hikayenin sonuna yaklaştıkça anne kokusunun ve baba yokluğunun dayanılmaz ağırlığı altında ezildik ikimizde. Kahvemi çikolata ile tatlandırmaya çalıştım ama yapamadım. Onun anne ve babası vefat etti, benim annem babam hayatta ama bana hem yakın hem uzaklar. Bunu ben mi yapıyorum, zaten öyle miydi bilemiyorum. Sanıyorum hiçbir zaman bunun cevabını bulamayacağım.
köpüklerin. Sormak istedim özlem de bir kavga olabilir mi diye ama yapamadım. Bu benim sorumdu onun değil. Keşke hayat matematik gibi olsaydı deyiverdim:) 2+2=4 gibi. Ama matematikte bile sonsuz işlemlerin, formüllerin olduğunu hatırlayıverdim. Demek ki neymiş? Çoğu zaman berrak olan hayat denizinde, zaman zaman bulanıklaşan suyunda yüzmeye devam edecekmişiz ve bu hep böyle olacakmış – the end yazısı görünene kadar. En yakınlarının en uzağın olabildiği bir dünyada, özlemle başa çıkabilmek bazen zor olabiliyor. Yoklukta özlemekle varlıkta özlemek arasında göz yaşları mı var sadece? Bu yaşlar renk değiştiriyor mu? Güneşli günde sıcak, rüzgarlı havada dağınık mı oluyorlar? Bu senenin son iş kahvesini içmeye girdiğim odadan ağlamış, özlemiş, kafamda bir sürü soru ve derin yalnızlık duygusuyla çıktım. Yalnızlığım yalnız olmakla ilgili değildi. Yalnız doğmak ve ilelebet yalnız kalacağımız ile ilgiliydi.
Kalktım kapı dışarı ettim. Koridorda mazlum mazlum miyavladı ama duymamış gibi yaptım. Kalkmaya daha iki saatim olduğunu görünce rahatladım. Onun acelesi yoktu ben de bundan istifade rüya ile gerçek arasında bir yerde hayatımızı düşledim. Saat 5 geçtiğinde hala kalkmama bir buçuk saat olduğunu görüp mutlu oldum. Kömür kapının altından patisini uzatıp bizi kandırmaya çalıştı. Belli ki bütün geceyi ayakta geçirmiş. Benim değil ama onun genç canı sıkkın galiba, yada huyu böyle. Sonunda dayanamayıp kapıyı açtık. İki sıçrayışta yorganın altına daldı. Mırrrrrr, mırrrrr kuyruk havada bir iki dolandı sonra çöreklendi. O yattı biz kalktık. Bugünün sabahı başladı. Benimle beraber yatan hayatım benimle beraber kalktı. Akşamdan giymeye niyet ettiğim kıyafetimin tam tersini giydim. Pazartesi günü ofis soğuktur diye düşündüm. Uzatmaya çalıştığım ve tepemde tas gibi duran saçımı düzeltmeye çalıştım. Camları kocaman açıp uykuyu günlük gezintisine gönderdim. Evin yolunu biliyor, akşama gelir. Yatağımı sanki misafir gelecekmiş gibi düzelttim. Kömür de kalktı. Ona gideceğimizi ama akşama döneceğimizi söyledim. Kara suratı ve gözleriyle kafasını eğip tamam dedi. Kumunu temizledim. Galiba ishal olmuş. Evden çıkmaya hazırım dedim. Hiç cevap vermedi. Evden çıktığımda hava karanlık ve yağmur hala yağıyordu. Bu gece de yavaş yavaş akıp gitmişti. Sabah, Pazartesi, yapılacak işler, ertelenen hayaller, düşünceler, midem, öksürüğüm, kısaca hayatım da benimle beraber kalkmıştı. Hayatı emekli olunca yaşanılacak bir şeymiş gibi gösteren ve inandırmaya çalışan sistemin içine aktım….