Ebem (Babaannem)

Rahmetli ebem, babamın annesi, gülmezdi pek. İçinden mi gelmiyordu hayat mı yormuştu bilmiyorum. Galiba yorgundu.Theodor Kittelsen - Årets Måneder/December:

Yer evinin cam kenarında gaygana (akıtma) hamuru hazırlar ve hamuru hep çok kabarırdı. Kesin sihir vardı içinde. Çok da lezzetli olurdu gayganası. Tuzlu tereyağı sürerdi üstüne.  Bir de güzel kapama yapardı. Konuşmadan gülmeden  yapardı. Gülmek ayıptı belki de.

Çocuğu hastalanan, başı ağıran, tütün toplamaktan kolları şişenler gelir, o da okuyup üfler  ve kollarını ovardı. Bana da çok okumuştu. Üflediği zaman uykum gelirdi. Bildiğin sihir üflerdi. Meşhurdu bu halleri.Şimdiki babaların, o zamanın çocukları, da korkulu rüyasıydı. Çocuğunun yaramazlıkları ile başa çıkamayan genç anneler her  şeyden habersiz oğullarını ebeme getirirdi. Hiç çaktırmadan çuvalı başından aşağı geçiriverirdi gızanların. Hem korkar, hem kızar hem de hayret ederdim  nasıl bu kadar hızlı yaptı bunu diye. Dedim ya sihirli güçleri vardı. Çocukcağız ne olduğunu anlamadan kürekle kıçına bir iki patak yer, bir iki nasihat ve hooop küllükten aşağı yuvarlanırdı. Çuvalın ağzı açık olduğu için aşağı yuvarlanan çocuk dehşet içinde çuvalın içinden çıkar kaçar giderdi. Anneler biraz daha oyalanır ve çocuklarının peşinden giderlerdi. O küllük de özeldi zaten. Evin bütün külleri senelerdir oraya döküldüğü için yumuşak bir yatak gibi omuştu. Tavuklardan ve çuval içindeki çocuklardan başka eşelenen olmazdı orada. Küllüğün tam tepesinde de bahar vakti katırtırnakları (akasya)  çiçek açar ve her yer “cennet” gibi kokardı.

Hep gizemli halleri vardı. Bizim çayırdaki evimize gelişi bile gizemliydi. Sessizce gelir, fışır fışır bişeyler karıştırır cebinde, azıcık oturur gene giderdi evine. Bir tane kara ineği vardı. Sütünü sağır ve karşı yamaçtan gelmesini beklerdi akşam vakti. Çiçekli şalvarı ve göyneği güler ama o gülmezdi.  Sanki gülmeye küsmüş gibiydi. Yüz hatları keskin ve ellerinin üzerindeki damarlar yol yoldu.  Titrerdi elleri. Ara sıra Mushaf’ı indirir dolabın üzerinden okur sonra gene kutsiyetini bozmaktan korkarmış gibi bezine sarar kaldırırdı yerine. Kileri de gizemliydi. Boş gibi görünür ama doluydu.  Hep bir sır vardı onda. Öyle de kaldı aklımda….

About finding your passion…

It is not an easy way to find and define what is you passion about. Many of us are doing jobs that do not satisfy us but just feeds  or help to keep the line on. The same is valid almost for each field in our lives.There are tons of articles explaining how to find it but why any of them do not work when you feel like you are close to  catch it? This is because we are not same and not each common rule works well with that. Swimmer by Dieter Braun. Great explanation of the free-style stroke!!:

The walk is the hard part of finding your passion. It is a long, disruptive and for human nature misfortune, endless. Each time when you think”that‘s it!” something new pops in like a freaking jog.The simple translation of finding your passion is meeting up the challenges. To many reasons, some of us prefere to step back but some of us just keep going and founds that there is nothing to fear. The life still continue and you are little more strong and acknowledged about yourself. Some people tell it mindfulness, self-consiousness and there is nothing wrong with that  but I do prefere to say it awarness or awaikaning because we are deep asleep in most of our lives and know only the things that societe taught us. Till the momemt when something or somebody switch on the hidden button. Still we can pretend that everything is ok but feel deep in us that something is not in ease.

Of course you can study on your own and many introverts prefer it but the touches of already awaikaned one can help you to rid each stone on the path with more confidence and safe. There is not a promise that you can find your passion at the end but sure is that you will know what you want to do and not, which is the part of being in peace with yourself.  So why to not step back and look at ourselves. For some of us that may be scary but now for sure I know that fear is the biggest barrier of finding our passion. After 43 years of being born. Ha!

This is something like swimming. Keep going and after few months you will have an idea about how to float..

İş ve Servis Mevzusu

Smashie McPerter - Kate Hindley: Böyle çalışıyor bünye! Sabah erkenden işe gelirken serviste çözüyorum pek çok hadiseyi.Henüz tam uyanamamış olan kafam sorgu sual edip işi çözüveriyor. Fakat gel gör ki gün içinde bana mısın demiyor. Annemin tabiriyle bayrağını eline alıp geziyor 🙂 ??  Bak diyorum burası aslında ofis değil bir servis. Sen yanılıyorsun çoğu zaman olduğu gibi. Gene uydurmaya başlıyorsun. Ama nafile. Dediğim dedik çaldığım düdük havalarında yaşamına devam ediyor. Ne hayaller, ne hayalleeer… Sözde işte değilmiş de, güneş, deniz, köy istiyormuş da. Bu neymiş böyle sabah 8 akşam 6 her gün her gün de. Neden sabahın köründe kalkmak zorundaymış da. Bu yaşına kadar ne yapmışım da, her gün bu koltukta oturmak zorunda mıymış da…. Sıs.Sıs desem de nafile. Hakikaten bayrağını eline alıp geziyor:)  (Annem sus değil de sıs diyor kızdığında:) Anne yaa..)

Bırakıveriyorum bir süre gezsin, konuşsun. Sonuçta kafa bu dinlenmeye ihtiyacı var. Eee ben de boş durmadım bunca sene. Aynı çocuk gibi; bırak koşsun yorulsun, sonra kıvrılıp uyur nasıl olsa bi köşede. İşte o zaman artık mesai başlar. İçindeki çılgını uyuttuktan sonra, işinin gerektirdiği kılıfın içine yerleşir başlarsın rolünü oynamaya. Ta ki bir sonraki uyanışa kadar…

Mevsime göre istekleri de değişiyor. Kışın güneş istiyor, yazın serinlik ama hep nedense mevcut durumdan başka bir şey istiyor. Bakıyorum etrafıma (açık ofisin faydaları:)) roller gayet iyi oynanıyor. Henüz uyutulamamış bir zihin varsa hemen fark ediliyor. Değişik durur o kişi yerinde…belli ki düzenin dışında…..

Ama ben seviyorum onun bu çılgın hallerini be. Sıkıcı olurdu hayat onsuz. Bildiğin renksiz. Hele iş hayatı. O yüzden de pek çoğumuz mola / ara adı altında bu çılgın dünyaya kaçış yaptırılırız aslında ama kendimiz yaptık sanırız:) Biz kendimizce kılıf uydururuz buna. Ayy, bi kahve içeyim de kendime geleyim! Kafam şişti işten! Ayy, o neydi öyle susmadı adam! Ama en bariz olanı da “Kafamı toplayamıyorum bugün” olanı. Toplayamazsın tabii… 24 saatin içinde kaç saat kendin olabiliyorsun?

Eğlenceli olur iş araları:) Zaten sözde bahanelerimiz hazırken başlarız ofis içinde varlığı unutulan toplantı odası, varsa gizli bir balkon köşesi aramaya. Koridorlar bile buna uygun hale getirilir bazen. Bilen bilir nasıl yapıldığını…. Birkaç telefon görüşmesi, bir iki arkadaş çekiştirmesi ve hooop dön işinin başına.. Süresini ve sıklığını ayarlayabildiğin sürece bu aralar aslında verimlidir de, tabii müdürüne veya patronuna yakalanmadığın sürece. Adam düşünmez ki senin insan olduğunu. O seni bir mühendis, sekreter, doktor, temizlikçi, çaycı, işçi vs. olarak görür. Senin görüntün bir değerin yansıması şeklindedir onun gözünde. “Bu 1500 lük, aaa bak bu 2500 lük ama hala mola yapıyor. Vurun kilit şu toplantı odasına, kimse toplanmasın. Toplanmak tehlikelidir, aralar da öyle”….

İstisnalar hariç…..her zamanki gibi:)

Masal Dedem

Bazı insanlar vardır hatırınıza gelince gülümsersiniz. Benim için rahmetli dedem (babamın babası) o insanlardan. Ben ortaokuldayken vefat etmişti. Babam sabah yanıma geldi “ Bugün okula gitmeyin kızım” dedi. Şaşırarak “Neden” demiştim. “Deden öldü kızım” dedi usulca. Dedemin ölümü ile ilgili başka da bir şey hatırlamıyorum. Ama öncesi tam bir masal benim gözüme:) Masal dedemi en […]

İş Hayatında Bilmiyorum demek neden bu kadar zor?

Crested Auklet- Crested Auklet: Small, oddly attired seabird of Arctic waters with dark gray body. Head has a strange, smiling orange bill, quail-like crest, bright yellow-white eyes:
Aethia cristatella

Çok aşikar ki bir sürü nedeni var. Çekirdekten yetişmiş, yaşın da biraz ilerlemiştir ve artık fark etmişsindir ki bilmiyorum demek anlamsız. O iş bir şekilde yapılacak. Zor dönem geçiriyorsundur ve bilmiyorum demenin işini kaybetmene neden olacağı düşünüyorsundur. Borçların  vardır, yeni evlenmişsindir, yeni mezun olmuşsundur, o işi zaten zor bulmuşsundur yada zaten bilmiyorum demenin güçsüzlük sayılan bir aile ve toplumda yetişmişsindir. Hayal et bir gözünde. “Ne demek bilmiyorum, ne demekmiş o? Biz öyle miydik? Herşeyi yapar, herşeyi bilirdik”. Maarifet! Herşeyi bildiniz de ne oldu? Hep şikayet, hep şikayet:)

Tabii bütün bunların iş hayatına yansıması da çok ilginç olabiliyor. Bilmediği halde biliyormuş gibi yapanlar, her şeyi bilenler, hiçbir şeyi bilmeyenler, bilmeye hevesliler, bilmekten korkanlar….

Neden bilmekten korkar insan? Çok nedeni olabilir ama iş hayatında hiçbir şeyi bilmeyenler o kadar çoktur ki, bildiğini bildikleri andan itibaren sorumlu yaparlar seni. Ondan sonrası zaten vay haline:) Var bu kültürü yaşatan şirketler. Yani vizyonumuz ve misyonumuz gerçeklerle uyumlu olmuyor çoğu zaman.

Ya her şeyi bilenlere ne demeli? Alt kademe çalışır ama sunumu o her şeyi bilen yaptığı için alkışı o alır.  Her şeyi bildiği için bu bir ekip çalışmasıydı da diyemez.  Ben de ben diye dolaşır ortalıkta. Al sana bir vizyon uyuşmazlığı daha:)

Halbuki bilmek de bilmemek de gelişmenin dinamikleridir. Hem kişisel hem kurumsal anlamda. Bir sürü bilinmeyenimiz olmasaydı neyi ne kadar bilebilirdik? Mevzu bilmiyorum deyip bilmiyor olarak kalmak değil. Asıl mevzu bilmiyor olmayı kabul edip, nasıl bilebilirim diye sormak. Ben bilmiyorum ama yazıyorum. Bilmek için yazıyorum….Aaamin!!!

Korku Tüneli…..

Bu yazı sadece doğu kültürlerinde korkunun neden bu kadar hayatın içinde yer aldığını merak ve sorgulama isteğidir.

Сообщество иллюстраторов / Иллюстрации / Непомнящий Дмитрий + Попугаева Ольга / Бабушка-Яга:
Baba Yaga

Doğduğumuz andan itibaren korku hayatımızın bir parçası oluveriyor. Kanımca zaten doğumun kendisi bile bir korku tüneli gibidir:) Bilmiyoruz ki anlatabilelim. O yüzden avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz. Tabii bunun bilimsel açıklamasını artık herkes yarı doktor kadar biliyordur. Benim ilgimi çeken neden yetişkin insanlar olduğumuzda artık tam donanımlı korku sahibi olmuş oluyoruz. Bebeklerimizi, küçüklerimizi korkutarak korumaya çalışan bir kültürün bireyleriz. Öyle görmüşüz asırlar boyunca. Hiç farkına varmadan aynı korkuları yaşatmaya devam ediyoruz. Bebeklerimizi 40 gün boyunca dışarı çıkartmayız. Bırakın bebeyi, anneye yalnız kalmak bile yasak. Vah zavallı anne! Zaten lohusa, hormonlar tavan yapmış eve hapsolup kalıveriyor. Yalnız da kalamıyor ki şöyle bir ağlasın kendine gelsin.

Güçleri bilinmeyen ve görünmeyen varlıklar hep yanı başımızda. Nedense hep bize zarar vermek istiyorlar. Bunların arasında hiç iyi olanı yok mu anlayabilmiş değilim. Böyle böyle korkulacaklar listesine öcüler, Baba Yagalar, babalar, abiler, kocalar,  müdürler (onların çeşitleri var), öğretmenler, hastalıklar, patronlar vs. eklenmeye devam eder. Artık yetişkin olduğumuzda korku tünelinin içinde baya bir yol almış oluyoruz.  Bilemiyorsun hangi dönemeçte karşına hangisinin çıkacağını. Ama yaşına bağlı olarak farklı dönemlerde tünelin içinde çıkacak bir şeyler hep oluyor. Çocukluğunun kabusu öcüler (ve de benim büyücü ninem:), genç olduğunda beğenilmeme korkusu, yetişkinlikte başarısızlık korkusu,(araya sıkıştırmadan geçemicem. Başarı kelimesine karşı acayip kötü hislerim var), anne baba olma korkusu, yaşlanınca da yalnızlık ve ölüm korkusu.

İnkar edilemez biyolojik bir gerçektir korkunun bizi bir yere kadar koruduğu lakin sınır nerede? Düşünsene, hastalıktan o kadar çok korkuyorsun ki hep hastasın, patronundan o kadar çok korkuyorsun ki hep azar işitiyorsun. Sözde korumak için başlattığımız korku furyasının esirleri olmuşuz.

Bilmemenin korku yarattığını bilseydik, hepimiz bilmek için çırpınır ve korkunun dozunu kaçırmamış olurduk.  Ne demiş doktorlarımız. “Her şeyin fazlası zarar, azı karar”.

Rahmetli ninem çocukları çuvala koyar “küllükten” aşağı yuvarlardı. Düşünsenize dehşeti :)) Bunun devamı sonra….


Baba Yaga[değiştir | kaynağı değiştir]

Baba Yaga, Slav folklorunda cadı veya büyücü bir karakterdir. O küçük çocukları kaçırır (ve muhtemelen yer). Tavuk ayakları gibi dört ayak üzerinde duran bir kulübede yaşar, süpürgesiyle köylerin etrafında uçar. Özellikle bu ev tarzi Ural ve Tungus topluluklarında rastlanan bir yapı biçimidir. Slav mitolojisinde ayrıca kayıp ruhlara rehberlik eder. Rus masallarında Baba Yaga, akçaağaçtan yapılan bir süpürge ile havada süzülen bir cadı olarak tasvir edilir.

Baba sözcüğü çoğu Slav dillerinde “yaşlı kadın” ya da “büyükanne” anlamına gelir. Yaga sözcüğünün ise Ural-Altay kökenli[2] olduğu tartışılmaktadır. Adı çeşitli Slav dilleri içinde farklı söyleyişlerle kullanılır: Baba Jaga, Jezi Baba, Jaga Baba, Baba Yaha, Baba Jaha, Baba Jahinia… Bu isim bazen “boynuzlu yaşlı kadın” olarak da tercüme edilir.

 

Being an Introvert – Is that so bad?

That's me exactly right now with my best friend (my dog): For many years in my life I have thought that I am weird and something is wrong with me. Socializing was not my priority nor the speaking. It was much more easy to listen and observe and do the things on my own. In most of my childhood and later on I felt guilty about that. Still in some moments. It was a big releaf when I started to work with my therapist and found out my very own. There was nothing wrong but an introvert:)

It can be hard for your friends or family to live and connect with an introvert person. They eagarly want you to be a part of crowded parties, weddings or even holidays. For few days it can be bearable but when you reach your limit of socializing, there is no way keeping it go. Being sick is a matter of minutes. You turn off all buttons and roll on in your deep.

For many of us, it is much more easy to work in our own. Being not interrupted and not speaking is definitely a bonus:) So please help us with not asking questions. Just be there and know that we are normal. We just prefere to listen to and observe instead of talking and partying.

Do we know well our children personality? Do I know well my son? How many of us prefere to ignore the quiets? My parents certanly  were not knowing that I am an introvert. That was not their fault. It is just a fact. The introverts exists, the extroverts also. No need of arguing which personality is best. Just accept each other. That helps and makes it easy:)

Bugün Menüde Koca Meşe ve Koca Kavak Var

İkisi de köyde. Masallara konu olabilecek kadar yaşlı, büyük ve hatıra dolu. Koca meşeyi  kim dikti bilmiyorum ama koca kavak rahmetli Sabragam’ın hatırası. Ben bildiğimde zaten oradaydı ve hala orada. Fışşş fışşş yapraklarının sesi  gelir evimize. Derenin kenarında, eskiden kuyunun olduğu yerde salınır. Kuyunun suyu çekileli çok oldu. Annem “onu şu kavak kuruttu der kızgın kızgın” konusu geçince. Anneme göre zaten her şeye ve herkese birisi bir şey yapmıştır. Çok ilginç değil mi?

Meşe ağacı — Stok Vektör #4965742
Oak Tree

Koca meşe de annem köye gelin geldiğinde oradaymış. Hala orada. O sağlam kök salmış olmalı. Geniş ve heybetlidir. Kavak gibi salınmaz ama bir sürü kuşa yuvalık yapar. Ondan gelen ses daha yok cırr, pırrrr şeklindedir. Çayırın yukarısındadır. Yanına gittiğinde teee Gedik görünür. Otobüsler oradan geçer. Göç olmadan önce yoğun olan bir yoldu orası. Şimdi boş.

Koca meşe çok Hıdrellez yuvarlanmalarına şahit olmuş:) Sabah erkenden kalkan köyün gelinleri gider yanında yuvarlanırmış. Annem ve kankileri de:)

Koca kavak köye giriş yolunun yanında, köprüye yakın durduğu için gelen geçen herkesi bilir. En çok hatırası Sabragam’ın eşi Ürkingem’ dedir. Her sene köye gelir, bahçemizde oturur ve uzun uzun koca kavağa bakar. Köyde kalan bir avuç insan koca kavağı kesecek olmuş. Kızmış, haber salmış o benim kavağım diye. “Hatırası var, onu Sabragan dikti, kestirmem “ dedi geçen sene. Kuyu da dere de uzun zaman önce kurudu zaten. Şimdilik koca kavak fışırdamaya, koca meşe de pırrrlamaya devam edecek.

“Herşey hatıra ma gülüm, herşey anı” demişti Ürkingem. Bildim, öyleymiş.

Yüzmek Sadece Kasları mı Çalıştırıyor?

Olimpik havuzumuz bu sene açıldı. Temelleri uzun yıllar önce atılmıştı ama bu sene tamamlandı. Su üstünde durmayı 18 yaşından sonra öğrenen ben,  gittim havuza yazıldım. Böylece, stil geliştirme çabalarım sonucunda bolca klorlu suyun tadına bakmış oldum. İçilmese de yüzülür….

Annem yanımda olsaydı kaç defa havuza atlardı bilmiyorum. Bütün havuz ahalisi çoktan kendisinden haberdar olmuştu:)  Onu hayal ettikçe kendi kendime gülüyorum:)) Ah anneeeem…

 Tee Rodoplar’da doğmuş ve büyümüş birisi olarak suya alışmak pek de kolay olmadı. Kulaç nefes ikilisini nasıl kombine edicem, ya bacaklar ne olacak derken gördüm ki bacakları çırpınmaya bırakıp orada unutacaksın. Aaaa oluyor galiba derken bir yudum da klorlu su ekledin mi işi olmuş bil. Sonuç itibariyle bütün kaslarım çalışıyor! Hu huuuu!

Tabi gel git derken iş biraz daha keyifli hale geldi. Bir uçtan bir uca gidene kadar üç defa dinlensem de pes etmiyorum. Her dinlenmede dönüp arkama bakıyorum ne kadar mesafe geçmişim diye. Perişanlık! Önümdeki mesafe ise çok daha uzun ama kendimi iyi hissediyorum. Kafamda bir sürü soru işareti??? İşte ampul o anda yandı! Dört ayın sonunda nereye bakmam gerektiğini fark edip hafifledim ve takılmadan yüzdüm. Üstelik tercih benimdi. Daha ne olsun.

Su daha mı iyi kaldırıyor ne……

Şimdi kim kalkıp havuz şöyle havuz böyle diyebilir. Meğer sadece kasları çalıştırmıyormuş….  yüzen hayvanlar ile ilgili görsel sonucu

DYADO MRAZ DA KİM?

BG de doğmuş ve büyümüş olan herkes Dyado Mraz’ın kim olduğunu bilir. Bilmeyenlere kısaca anlatayım. Dyado Mraz ormandan yada okulun arkasından çıkagelen, şimdiki haliyle bildiğiniz Noel Baba dır. Onu karşılamak için bir ay öncesinden hazırlıklar başlar. Şiirler, şarkılar ezberlenir, çam ağacı ve okul süslenir, çekilişler yapılır, hediyeler alınır. Köylerde bu çekilişe aileler de katılır ve en büyük hediye de genellikle horoz olur; ama canlıııı!!! Büyük gün geldiğinde (31 Aralık olur genellikle), okul meydanında toplanılır ve kutlamalar başlar. Bizim köyde Dyado Mraz çam ormanından gelir genellikle. Sakalları, şapkası, hediye dolu çuvalı, kocaman çizmeleri ile heybetlidir.Hem inanmak istersin gerçek olduğuna hem de merak edersin acaba bu sene kimi Dyado Mraz yaptılar diye:)) Eğlencelidir yani! Sonrası daha da eğlenceli olur… şiirini okur hediyeni alırsın. Ya sevinir yada ama ben bunu beklemiyordum kiiii diye düşünür ama sesini çıkaramazsın çünkü hem kalabalıktır hem de Dyado Mraz getirmiştir hediyeni. Çocuklardan sonra büyüklerin hediyelerine sıra gelir.Onlar daha çok eğlenir bu duruma. Şiir yada şarkı söylemeleri gerekmiyor nede olsa:) En büyük hediye olan horoz da bulur yeni sahibini ama genellikle sonu sobanın üstünde kaynayan tencere olur. Böylece hediyelerin de yenilebildiğini görmüş olursun. Çok yönlü hayat eğitimi….

dyado mraz ile ilgili görsel sonucu

Bir iki kutlamada bizzat Dyado Mraz’ın aslında Sabragam olduğunu görmüşlüğüm vardır. Noel ağacımızda yanan mumlardan sakalının tutuşması, öğretmenimizin sakalını çekmesi sonucunda, sakalsız Dyado Mraz agamızla da karşılaşmış oldum. Ahali bu duruma güler çünkü senelik gırgır malzemesi çıkmıştır artık. Çocuklar almış oldukları hediyelerden, kalabalıktan ve miiiis gibi bayram havasından sarhoştur. Hediyeleşme bitince Dyado Mraz üstünü değiştirir, ahali dağılır ve horozu kim aldıysa o akşam ziyafet çeker. Bize de geldi bir seferinde horoz. Eeee, sonu tabii ki tencere oldu! Dyado Mraz iyidir, severim kendisini….masal gibidir. Geldi ve geçti.


Wikipedia ne demiş

Bulgaria[edit]

The Bulgarian name of Santa Claus is Дядо Коледа (Dyado Koleda, Grandfather Koleda), with Dyado Mraz (Дядо Мраз, “Grandfather Frost”) being a similar Russian-imported character lacking the Christian connotations and thus popular during Communist rule. However, he has been largely forgotten since 1989, when Dyado Koleda again returned as the more popular figure.[37]