Ah Mayıs yaktın beni

Daha dün 1 Nisan değil miydi? Ben gözümü kapatmıştım, açtım ki Nisan’ın sonu gelmiş. http://www.rachelkhoo.com/creative/monday-musings/artistic-monday-musings   illustration by ryo tokemasu: Seni şakacıııı Nisan seni….Halbuki tam yeni yeni uyum sağlamaya başlamıştım iki gün yaz, bir gün kış ve 3 gün de sonbahar havasına. Üçü bir arada gibi bir şey bu; illa yanına bir şeyler istiyor. Ama olsun! Ben onu seviyorum, çünkü benim oğlumun doğduğu ve eşimle tanıştığımız Mayıs’tan önce.

Mayıs ayı baloların yapıldığı, gençlerin kaçmaya karar verdiği aydır. Kırcali’nin restoran ve otellerinde yapılan mezuniyet balolarında tanışan kaç çift var acaba? Genç, yeni mezun, can dolu, mutlu, süslenmiş genç kız olmak gibisi var mıydı ki…. O sabah usul usul yağan bahar yağmurunu hiç unutamıyorum. Yağmur bir daha hiç öyle yağmadı! Kocaman parkın taze yeşil rengi, üzerine mutluluk yağmış şehrin ilk kıpırdanışı, Arda’nın yeşil yeşil akışı, asma köprünün her adımda salıncak gibi sallanışı. Her yere huzur yağmıştı sanki gece. O kadar taze ve dingindi her şey. Yeni mezun olmuştum, büyümüştüm, çok sevdiğim toprağımıza geri dönecektim ve de birisi ile tanışmıştım. Tütün rengi elbisem, şekli bozulmuş saçlarım, topuklu ayakkabılarım ile özgürdüm:) Kapris yapabildiğim ve takıldığım birisi de vardı, daha ne olsun! Nereden bilebilirdim ki aynı senenin Ekim ayında bütün hayallerimi geride bırakıp göç yollarına düşeceğimizi. Gençliğin verdiği enerji ile kalabalık konsolosluk odasına dalacağımı ve pat diye vize vereceklerini…. Bilemedim.

O gün sabah köyde, Kadringemin dere kenarındaki bahçesinde annemle çilek topladık. Yaprakların altında sanki çilek değil de çilek şeklinde bal saklıydı. Yağmurdan
topraklanmışlardı, Showcase and discover creative work on the world's leading online platform for creative industries.: sülükler çıkmıştı ama etrafa hakim olan sessizliğin sesi çok güzeldi. Dere daha kurumamış, köyde hala insanlar var ve hayat devam ediyordu. Otlar diz hizasına kadar büyümüş ve hala bahçelerin çitleri yerindeydi. Çamlık hala yerini biliyor ve dere kenarına kadar inmemişti. Son özgür günlerimizi yaşadığımızın farkında değildik…

Göçünce hemen özgür kalamıyor insan. Kendi insanlarını arıyor, kendi toplumun ile iletişim kuruyor. “Yerlilerin” her şeyleri tuhaf geliyor, kocaman kalabalıkta yalnızlık duygusu gelip yerleşiyor. Hele özlem, o yürek delici özlem, gölge gibi her göçmenin üzerine yerleşiyor. Hep bir haber bekleniyor memleketten, konuşmalar hep geçmiş zamanda yapılıyor. Sonra yavaş yavaş alışmaya başlıyorsun. Okul, iş, hayatın kendi telaşesi seni “yerlilerin” arasına karıştırıyor. Hem kendi kültürünü hem de bulduğun kültürü bir arada yaşamaya başlıyor, zenginlik ve fakirlik bir arada, ev ve arsa telaşına düşüyorsun. Olur mu macırın evi barkı olmadan? Bir kat, iki kat, üç, dört…. Olmaaaaaz, ayıp:)

Dile kolay, tam 26 yıl oldu biz göçeli ve karışalı ama hala bir özlem bir özlem! Her bahar gelir yoklar, yalnız bırakmaz beni sağ olsun…

Ofisi hormonlar bastı

İş arkadaşlarımın çoğu, ben dahil, “kırklandık”:) Bunun sonucu olarak da ilaç, doktor, hastalık muhabbetlerini daha sık yapmaya başladık. Kiminin kolu, kimin beli ağrıyor, kiminin geçmek bilmeyen boğaz ağrısı var artık. Yakın gözlüklerini takalı çok oldu. Kimisi belli etmese de, kağıtları tutmalarından belli o gözlüğün “gel bana gel bana”dediği. Onların da çeşitleri varmış! Gözlükçü anlattı ama ben duymamış gibi yaptım. Ya ninemin anlatığı o rüzgara ne demeli! Geldi sırtımızda gezmeye başladı; camı aralasak karnımız şişiyor, boynumuz tutuluyor. Halbuki ben onu uydurma sanıyordum. Meğer gerçekmiş! Yarım saat içinde yanmanın ve donmanın da mümkün olduğunu gördüm. Çooook şaşkınım:) Ya teneşire yaklaşmış olan beylerin, kendilerini kelebek sanıp da pırr pırr her çiçeğe konma çabalarına ne demeli:) Ofis bildiğin hormon dolu:) Kapı çarpmalar, bağır bağır konuşmalar, söylenmeler, gülmeler, dedikodular…. e bu arada çalışıyoruz da canım! Yoksa olmaaaaz! Yok yok, olmaz canım öyle şey….bak alnımda bir sivilce patladı, ahhhh!

Kokular…………

Kokuların hayatımızda kapladıkları yerin, bizde iz bırakmış olanların, anımsatıcı bir esintiyle burnumuza yeniden gelene kadar, farkına varamıyoruz. Tesadüfen bir sokaktan geçene kadar, bir çitlembiğin kokusunu yeniden alana kadar, uzun süre kapalı kalmış bir evin içine girene kadar, violets: dolabın dip köşesinde, sanki özellikle saklanmış gibi duran çocuklarımızın tişörtlerini bulana kadar. Kokular çeşit çeşit, kimisi aygın kimisi baygın, kimisi sevgili, kimisi evlat, kimisi de kaynana 🙂 Bahar canlı ve deli, yaz sıcak ve tembel, sonbahar durgun ve olgun, kış ise soğuk ve beyaz kokar. Yeni biçilmiş taze ot kokusu, biçilmiş otun kurumaya başlayınca geride bıraktığı buruk koku, yağmurdan önce gelen esintinin kokusu, yağmurdan sonra topraktan yükselen koku, evin içine yayılmış taze ekmek kokusu, yeni doğmuş bebeğin kokusu, oğlumun odasının kokusu, eşimin can kokusu, yeğenlerimin mis kokusu, çam ağacının kaşındırıcı kokusu, “toz ağacının” hapşırtıcı kokusu, dibi tutmuş yemek kokusu, ofisteki kağıt kokusu, yanmış yağ kokusu, komşumdan gelen sarma kokusu, kayınvalidemden yükselen iş kokusu, babamdan yükselen baba kokusu, annemin çılgın kokusu:), dayımın deli kokusu, kahvenin davetkar kokusu, sokağın kalabalık kokusu, menekşenin derin kokusu, orman çileğinin dayanılmaz kokusu, yeni yıkanmış çamaşırın temizlik kokusu, karşı masada oturan arkadaşımdan yayılan müdür kokusu:), dumanın isli kokusu, tütünün acı kokusu, salatalığın kütür kütür kokusu, taze domatesin ye beni kokusu, kirazın sağlık kokusu, arkadaşımdan yükselen merak kokusu:), denizin kum kokusu, dolapların üstüne birikmiş toz kokusu, havuzun klor kokusu, hastanelerden yükselen hastalık kokusu, sobada yanan odunun kokusu, ahırdaki hayvan kokusu, yeni badana yapılmış evin kokusu  ve bir sürü daha. Her canlının ve her eşyanın kendine has kokusu. Kimisini sever, kimisini de görünmez bir el ile derinlere gömeriz. Arada sırada bize anımsattığı bir duyguya denk gelince, bir şeyler mırıldanır ve neyi tercih ettiğimize bağlı olarak, ya geçiştirir yada hatıranın keyfine varırız.

Lilacs ~ my favorite spring flower. Love the color and especially the fragrance they emit. Can't wait to inhale their intoxicating aroma.: Rahmetli Sabragamın kovanlarından yediğimiz balın kokusuna bir daha hiç denk gelmedim. Göçmeden önce kendi bahçemizde yetiştirdiğimiz karpuz, kavun ve domatesin kokusunu bir  daha hiç alamadım ama bir sürü yeni koku tanıdım. Kimisi güzel anılar bıraktı, kimisi de anlaşma sağlamam gereken anılar. Sülmanaganın taşıdığı yuvarlak pufidik ekmeklerin kokusunu bulamadım ama yeni fırınlardan çıkan yeni ekmeklerin kokusunu aldım. Kurban bayramlarında gizli saklı kesilen kurbanlıkların taze et kokusunu da almadım fakat çeşit çeşit kebapların yeni kokularıyla tanıştım. Bayram yerlerinde söylenen manilerin, cevizin dalına kurulan salıncağın, her eyvanda olan sarı eriklerin, bakraçla pınarlardan taşınan suyun, kışlık saman ve kömürün alınması, komşuların birbirini çekiştirmesi  hep bir koku bırakırdı arkasında.  Aynı hayat gibi; kimisi hoş, kimisi nahoş…

Muşmula

Mart’ı bitirdik ve Nisan ayının ilk haftasını bile tamamlamak üzereyiz. Yaşımızın ilk yarısını tamamlayınca günler, aylar çok daha hızlı akıyor galiba. Halbuki, sevgili eşimin askerliğini tamamlamasını beklerken zaman hiç geçmiyordu. Her hafta aramasını, ve mektuplarının gelmesini bekler, günleri hesaplar ve hiç azalmayacakmış gibi görünürde gözüme aylar. Ama aylar bitti, geldi, evlendik, oğlumuz oldu, evimiz oldu, oğlumuz büyüdü ve bir de baktık ki büyümeye uğraşırken zamanımızın ikinci yarısına varmışız. İkinci yarının nasıl geçeceğini bilmiyoruz. Biz, oğlumuz, kedimiz, köpeğimiz, yeğenlerimiz, ailelerimiz büyüyecek, küçülecek, değişecek. Ama galiba içimizdeki Rumeli tınısı hep kalacak. Kabul ettik vesselam…….

Bir Aklımda Kalan Daha

Biz Çayırları Süpürüyorduk 🙂

Köyümüzün bulunduğu ve ekseriyetle Türklerin yaşadığı bölge dağlık, engebeli ve bol yokuşludur. Düz arazi bulmak neredeyse imkansız. Çayırlar, tarlalar, evler, bahçeler hep yamaçlarda. Göçten önce buralarda her bahar bir curcuna olurdu. Bu curcuna evlere badana yapılarak, bahçeler kazılarak, avlular sıkılarak devam ederdi. Evlerin önü süpürülür, yetmezmiş gibi çayırlar da süpürülürdü:) İlk farkına vardığımda anlamsız gelen bu eylem, bir yaz günü anlam kazanıverdi. Cute mouse: Babam eski evin altındaki otları biçerken kosasına bir taş denk geldi. Çınnnn diye kargaları uçuran bir sesle beraber, kosanın orta keskin yeri yamuluverdi. Gözden kaçmış yada yukarılardan yuvarlanıvermiş olan bir taş gelip otların arasına saklanmıştı. İşte bütün bu “kazaları” önlemek için baharda çayırları süpürür ve toplanan çalı çırpı ile ateş yakılırdı. Böylece bana göre kışın resmen bitmiş olması ilan edilirdi. Uzunca kesilmiş olan dallardan yapılan cadı süpürgeleri ile kışın toplanan çalı çırpılar, dallar budaklar ve irili büyüklü taşlar çayırlardan süpürülürdü. Yeni filizlenmiş otlar süpürmeyle beraber sanki daha bir canlanır ve yeşil yeşil olurlardı.Tarla fareleri daha bir rahat gezerdi.
Kovalamaca oynadıkları bile olurdu. Temizlenmiş, kışlık mahmurluktan arınmış bir duygu havada asılı kalır ve bir süre öylece beklerdi.

CURRENT FUNDED PhD STUDENTSHIPS- "Grasses bite back: molecular basis of silicon defences in grasses ". The closing date for applications is Sunday 30 June 2013. Apply now at: www.york.ac.uk/...: Ağaçlar budanır ve gövdeleri kireçlenirdi. Paklık hem görülür hem hissedilirdi. Henüz yaz sıcağının ve tarladaki tütünün yormadığı insanların yüzlerinde de bahar esintileri vardı.
Çapasını omuzuna  atan bahçesinin yolunu tutuyor, bir an önce gübreleyip dikime hazır hale getirmek için çabalıyordu. Gökyüzü hiç olmadığı kadar mavi, bulutlar hiç olmadığı kadar beyaz, derenin suyu hiç olmadığı kadar berrak akardı. Süpürülen çayırlar yeşil yeşil bakıyor, kuzular doğmaya başlıyor ve ağırdan ağırdan tütün gene hayatın merkezine oturuyordu. Evlenip köyümüze gelin gelenler, evlenip köyümüzden gidenler ile köyün nüfusu ne azalıyor ne de artıyordu. Kışlık dinlenceye yatmış olan hayat her bahar uyanıp kendi ritmini buluyordu. Ta ki “siz Türk değil Bulgarsınız” denilene kadar bu döngü devam etti. İşte o zaman dengeler başka yerlerde kurulmak üzere bozuldu…

Benim gözümden görünen resim ile büyüklerin gözünden görünen resim aynı mıydı bilmiyorum, ama çayırların süpürülmesini hep sevdim. Hep bir müjde vardı içinde. Yeniden başlamanın, yeniden canlanmanın heyecanı…. Salıncakta sallanmak gibi:)

Aşlamalık….

tütün fidesi ile ilgili görsel sonucuAşlamalık denilen yer, derenin kenarında, düz ve uzun bir araziydi. Bahar zamanı köy ahalisinin toplanma yeri de diyebiliriz. Bizim bölgenin köyleri ekseri geçimini tütüncülükten kazanıyordu o zamanlar. Aşlamalık da tütün tohumlarının filize yatırıldığı yatakların yer aldığı araziydi. Yataklara aşlama denir böylece dere kenarındaki düz araziye de Aşlamalık denirdi.  Herkesin yeri sırası belliydi. Nasıl haberleşilirdi bilmiyorum ama Nisan başı gibi neredeyse bütün köy Aşlamalığa iner aşlamalarını hazırlamaya başlardı. Topraklar elenir, tütün tohumu serpilir, gübre serilir ve bastırılırdı. En son işlem olarak sulama yapılır ve aşlamalar (yataklar) naylonlar ile örtülürdü. Avrupa gübresi torbalarda köşelerde beklerdi sırasını. Sulamak için gereken su, hemen dereden elle ve tenekelerde taşınırdı. Sepkenlerden akan suya bakmak  en sevdiğimdi! Çocukların kimi yardım eder, kimi çiçeklenmiş çayırlarda koşturur, kimi de dereden iribaş yakalamakla uğraşırdı. tütün tarlası ile ilgili görsel sonucuUzun şeffaf torbaların içindeki yumurtalar siyah inci gibi yuvarlak ve sıra sıra akan suyla beraber salınırlardı. Kışlık dedikodular herkesin birbirinden daha düzgün  yataklar hazırlama telaşıyla karışırdı. En erken ve en düzgün aşlama yapmak annemin de hedefleri arasındaydı 🙂 Bir iki haftaya kalmadan tohumlar baş verir ve her yerden biten otları temizleme zamanı gelirdi. Bu sefer de köylüler aşlamalardan ot temizleme telaşına düşerlerdi. Tütün fideleri tam olarak büyüyene kadar bu işlem birkaç defa tekrarlanır, sulama ve “çıbıklama” yapılırdı; yani çubuklar dikilir ve aşlamanın üstü sera gibi kapatılırdı. O yeşilin rengi öylesine taze ve güzel görünürdü ki! Dikim zamanı gelene kadar onun aşlaması şöyle iyi, bunun aşlaması şöyle kötü lafları uçuşur dururdu havada. Kimi zaman ufak kavgalar da yapılır, dengeler sağlanırdı:) Bu arada tarlalar, ulaşılabilirlik durumuna göre, kimi traktör ile kimi de sapanlarla sürülürdü. Aşlamalıktan yolunan fideler eşeklere yüklenir, eşeği olmayan sepetlerde sırtına yükler ve tarlaya dikime gidilirdi. Hava biraz daha ısınmış, günler biraz daha uzamış olurdu bu arada. Çoluk çocuk, hayvan hasenat hep birlikte tarlaların yolu tutulur ve dikim zamanı başlardı. O koca tarlalarda elle dikim yapılır, elle sulama yapılır, elle çapalama yapılır ama nedense hiç şikayet edilmezdi. Edilse bile sessiz sessiz edilirdi. Komşu komşunun şikayetini duymazdı. Hoş nasıl duyacak tarlanın biri bir tepede öbürü de öbür tepedeydi:) Orada da kim en hızlı işini bitirecek yarışları yapılırdı. Deliydi insanımız, iş delisi..

En lezzetli yemekler tarlada yenilirdi. Bir tas yoğurt doğranır, yanına soğan kırılır, üstüne de helva yenirdi çoğunlukla. Yağmur yağma ihtimaline karşı iki çam arasına gerilen ipe naylon atılır ve çadır hazırlanırdı. Usul usul yağan bahar yağmurunun damlaları naylona vurdukça tatlı tatlı uyku bastırırdı. Yağmurdan sonra devam eden dikim çamurla yapılan savaşa dönerdi:) Her ayak külçe gibi ağırlaşır, “dikilaç” çamurla kaplanır ama dikim devam edilirdi. Dur durak bilmeden çalışırdı insanımız…Koca kamyonlarla taşınan sulama suları göletlere doldurulur, kurbağların sefa etmesine yardım edilirdi:)

Baharla başlayan bütün bu hengame ve telaş, tütünler “pastal” yapılıp,  denkler sıkılıp teslim edilene kadar devam ederdi. Ondan sonra da şişler çıkartılır, yelekler, edikler, çorapalar örülmeye başlanır ve yazlık dedikodular değerlendirildi:)

 Biz çocuklar da aralarda bir yerde kaynayıp gidiyorduk işte……

Katırtırnakları ve Boncuklar

Çeşme başındaki Katırtırnakları

Bunlar masal dedemin katırının tırnakları değil:) Katırın da tırnağı olur ama bunlar baharda açan mis kokulu akasyalar. Çeşmenin az ilerisinde ve alt tarafında ne zaman dikildiklerini bilmediğim kocaman akasyalar. Gövdeleri, yaprakları, narin beyaz, salkım salkım çiçekleri ile çok sevdiğim akasyalar. Neden katırtırnağı dendiğini de bilmiyorum. Belki dikenlerinin sivriliğinden ötürü, belki de ne isim vereceklerini bilemediklerinden….

Üç tanesi masal dedemin evine doğru giden yolda yan yana dizilmişti. Bir tanesi de çeşmenin alt tarafına yerleşmişti. Yeşilin çok güzel bir tonundaki yaprakları, Nisan Mayıs I'm going to plant several of these trees on our property for our bees to produce honey.  Evidently locust honey is fabulous!: gibi beyaz salkım çiçeklerle süslenirdi. Dallarından aşağı sarkan, öbek öbek salkımlar, her rüzgarla birlikte cennet gibi kokusunu dolaştırırdı havada. Gelip giden kokunun esiri olmamak elde değildi. Her türlü güzel yaratmıştı yaradan. Dalları arasında sakladığı serçeler, salkım çiçeklerin nektarını içer, hem kokudan hem de tattan mest olmuş halde cik cikleyip dururlardı. Çeşmenin alt tarafına yerleşmiş olan, sanki ayrı kalmanın verdiği hüzün ile, daha az çiçeklenirdi. Salkımları daha ufaktı. Enece doğru uzattığı dalları ile karşıdaki katırtırnaklarına uzanmak ister gibiydi. Bir ay kadar süren çiçeklenmeler yalancı cennet kokusuyla beraber yavaş yavaş son bulur, ama yeşilin en güzel tonundaki pürüssüz yaprakları yaz sonuna kadar kalır ve yolu gölgelemeye devam ederlerdi.

Mutluluk ve hayat doluydu akasyalar. Herkes göçüp evler ve  bahçeler kendi halinde kalınca, evimize doğru gelen yol ve yamacın her yeri taze, yeni katırtırnakları ile dolmuş. Yan yana, sık sık ve dalları da budanmadığı için bol dikenli. Anladım ki insanlar hala oralardayken ıslah olmuşlar ama kendi başlarına kalır kalmaz yabani hallerine dönmüşlerdi. Belki de o nedenle bu kadar çok dikenleri vardı. Onları koruyacak kimseleri kalmamıştı. Tarlaların çam ağaçlarına teslim olduğu gibi onlar da behçeleri teslim almıştı. Hala her bahar kokuları gelir…. çok, çok uzak geçmişten…..


Nine Boncukları

Dane dane, renk renk ama illa da yuvarlak:) Siyah ferace ve ak yaşmakların altından görünen, insana huzur veren boncuklar. Yaşayıp görmüş, dünya yolunun sonuna yaklaşmış, elleri kırış kırış ninelerimizin boncukları. Kimisi mavi, kimisi zümrüt yeşili, o gerdanda her daim ve yıllarca orada durmaktan artık bir uzuv gibi canlı olan boncuklar. Beyaz yaşmaktan dolayı mıdır bilmem ama o boncuklar hep çok güzel görünürdü gözüme.

O boncuklar güven verirdi insana. Benim bilmediğim ama onların bildiği çok şey vardı.Turquoise Seed Bead Necklace/Bracelet with Gold Vermeil Beads Boho Chic Layering Jewelry: Ne sorsan cevabı vardı. Neyin nasıl yapılacağını, nizamın düzenin yolunu bilirlerdi. Ne de olsa bir ömür geçirmişlerdi yan yana gerdanlarda. Pazenden dikilmiş şalvar ve entarinin çiçeklerini gölgelemeden vakur bir edayla gerdanlarda sıralanırlardı. Kara feracelerin ve kara lastik pabuçların süsü gibiydiler. Hep en başta, hep orada. Sorsan her danenin anlatacak hikayesi vardı. İşte o yüzden rahattı onların yanında olmak. Dıgıl dıgıl konuşurlar, sıkılmazdın. Her şeyi bilirlerdi. Her şeylerin çocuklardan saklandığı zamanlarda bulunmaz nimetti onlar.

Ne iplerinin koptuğunu gördüm, ne de gerdandan çıktıklarını. Kefen vakti gelene kadar danelerin her biri kendi hikayesini yazmaya devam ederdi. Sonra ne olurdu boncuklara bilmiyorum. Nineler gidince onlar da giderdi.  Ne sorabilirdim ne de arayabilir başka bir ninenin gerdanında görene kadar. Gene hayat devam ediyor ve her dane zümrüt zümrüt bakıyordu…

Horoz mu Koldur mu

Horoz…..lanmak

Nereden aklıma geldi? Servis şoförümüzün sabah erkenden ve oldukça sisli havada, sürat yapınca aldığı uyarı karşısında verdiği tepki, “rahmetli” beyaz horozumuzu aklıma getirdi:) Bembeyaz, kasım kasım yürür, gelen geçen tavuk, civciv ve çocuklara sataşır dururdu. Hadi tavuklara sataşmasını anladık da, kendini kümesten başka evin de sahibi sanınca sonu tencere olmuştu.

Bize nasıl geldi hatırlamıyorum, ama oldukça kavgacı, kırmızı ibiğini sallaya sallaya I NEED a Frizzle Foshizzle! : The Featured Creature: dolanırdı ortalıkta. Onu gören zavallı tavuklarımız kaçışır, börtü böcek bile saklanacak yer arardı:) Çayırda bir aşağı bir yukarı gezer dururdu kabadayı misali. Bir tesbihi eksikti, ama o da o zamanlar sadece büyüklerimizin evinde, Mushaf’ın  arasında bulunabilirdi.

En küçük kardeşimin kabusu olmuştu. Bahçeye çıksa hemen koşa koşa çayırdan gelir, onu kovalayıp gagalamaya çalışırdı. Kendinden küçük gördüğü belliydi. Küçüktü de kardeşim:)

Bir gün, biz evin içinde otururken dışarıda bir cayırtı koptu. Bizim kabadayı, kardeşimi tek başına çayırda görünce, onu kovalamış ve kollarını gagalamıştı. Biz yetiştik ama o zafer kazanmış kovboy misali, gene ibiğini sallaya sallaya ve çayırdan yukarı doğru sektire sektire gitmişti. Gitti ama gene de soframıza kapama olmaktan kurtulamadı:)

 İşte bizim minyatür servis şoförümüz aynı onun gibi. Bir tek ibiği eksik:)


Koldur desem anlaşılır belki de Fitka ne yaa?

Bizim bir sene çok fitkamız oldu. Şaşırma şaşırma, bildiğin hindi! Biz fitka der, kimi yerlerde de koldur derlerdi. Belki başka türlü çağıranlar da vardı ama benim bildiğim bunlar. Sağa kovalarsın sola gider, aşağı kovalarsın yukarı giderlerdi. Anlayın artık başa çıkmak ne kadar zordu! Hepsi bir arada hareket eder ve kafalarına estiği gibi çayır çayır dolaşırlardı.

Bizim evimiz “aşa maalede” olmasına rağmen, onları “orta maaleden” Vintage Graphic - Really Pretty Feather - The Graphics Fairy: topladığımız çok olmuştur. Sürekli gul gıl gul gıl homurdanırlarda. Gul gıl dan sonra gelen uzuuuun operet ise, nefessiz kalıp öleceklermiş hissi yaratıyordu bende. O kadar sanatsal ve başına buyruk hayatları vardı:) Hepsinin rengi tek tip, gri, siyah ve beyaz karışımı uzun tüyleri vardı. Kanatlarından düşen uzun tüyler neredeyse canlanacak, nerede benim mürekkebim diyecek kadar güzellerdi. Parlak, ucu sivri ve yumuşacık tüyler.

Fitkalarımızın evimizdeki varlığı kısa sürdü. Göç yolları bize de görününce, hepsi kesildi ve köprümüzün üstüne yan yana dizildiler. Kocaman bir ateş yakarak kalan tüylerini tütsüledik  ve hepsini konserve yaptık. Teee köyde baktığımız fitkalarımızı  anavatan da  yemek nasip oldu.

Her açtığımız kavanoz mis gibi memleket kokuyordu….

İnek İşi

İnek gütmek  marifet isteyen bir iş olmasına rağmen bizim köyde bunu genellikle çocuklara yaptırırlardı:) Hafif görülürdü yani…

Yazın kargaşasında hayvanlar serbest bırakılmazdı başkasının tarlasına, bahçesine zarar vermemesi için. Önüne katar, ya da ipinden tutar çayıra kadar güderdin. İpin ucundaki kazık yere çakılır, olmadı ipini bir yerlere bağlardın. Sabah akşam inekler çayırlara, tarlalara taşınırdı. Kiminin çanı vardı çınlayan, kimisinin boynuzu kırık, kimisinin süt dolu memeleri. Sağılan sütün rengi kırık beyaz ve kremamsı kokusuyla köpük köpüktü.

Vika Kirdiy: Canlıydı o zamanlar köyümüz. Yazın sonuna doğru, tarlalardaki tütünler toplandıktan sonra, inekler artık serbest bırakılırdı ama gene de çocuklar peşlerinden giderdi. Ben de giderdim. Hatır hatır otları koparıp yemeleri, kocaman dilleriyle ağaç dallarına uzanmaları, kulak sallamaları, kimisi püsküllü, kimisi dikenli kuyruklarıyla sinekleri kovalamaları yavaş yavaş kışa doğru yol aldığımızı hatırlatırdı bana. Dingin ve güzeldi.                                                                                                                                                         http://pin.it/wMznipv

Zaman zaman komşu kavgalarına neden olurdu birinin ineği birinin bahçesine girdiği zaman. Malı kıymetliydi insanların. Bazen de gereğinden fazla kıymetli.

Karlı havalarda inekleri gütmez, izbenin bahçesine çıkartır, yazdan hazırlanmış otu, samanı verirdik. Köyümüzde şebeke suyu olmadığından sularını kovalar ile ayaklarına kadar taşırdık. Kolay değildi ama zor olduğunun da farkında değildik o zamanlar.

İzbenin temizliği de inek bakmanın bir parçasıydı. Ne kokusu ne de görüntüsü rahatsız etmezdi. Kış gününün inek boku bir sonraki yazın gübresiydi işte:) Bir sene eskimesi beklenirdi ekilenleri yakmaması için sadece. Gebe ineklerin sütünü sağmaz, doğurmasını beklerdik. Doğan dananın ayağa kalkıp zıplamaya başlaması sadece bir iki saat sürerdi. O bir iki gün içinde gelen anızın azını asma yaprakları ile pişirir yerdik. Aklımda kalan yumuşak, sapsarı görüntüsü ve asma yapraklarının ekşi tadı var.

Şimdi tarlalar orman ve bahçeler de otlak, ama ne çocuk var inek güdecek ne de inek bahçelere girecek….

Ciddi Oldu Galiba…

Uzun ve yorucu bir aradan sonra tekrar kendi yerimdeyim.  Hava durumuna göre yakın zamanda böyle bir yoğunluk görünmüyor gibi ama iş bu, ne olacağı belli olmaz….

Akşam Limoş’umla konuşurken arkadan Bal’ımın sesi geliyordu. Ama gerçekten bal gibi yumuşak ve tatlı bir ses:)  Kedileri Fındık’la konuşuyormuş. Oturduk dinledik onu dedi. Düşündüm;nasıl bir süreçten geçiyoruz ki yetişkin olduğumuzda “oyunun kurallarını öğrenmiş” birer oyuncu olmuş oluyoruz. Kedilerle, kuşlarla, hayali arkadaşlarla çocukken yaptığımız “ciddi” konuşmaları neden büyüdüğümüzde yaparsak “deli” gözüyle bakılıyoruz?

Gelişimi (tekamül etmeyi) toplumların geliştirmiş olduğu kuralları öğrenip uygulama olarak anlıyor olabilir miyiz? En basitinden, nasıl oturup kalkacağımızın, çatalın sağ elle mi sol elle mi tutulacağına kadar her toplumun uygun gördüğü biçimde yapılması. Sol elle çatal kaşık tutmanın “günah” sayılması, ekmeğin ısırılarak değil de parça parça kırılarak yenilmesi, kitabımızı açıp okumak için bir sürü “ritüel”in  yerine getirilmesi ve bunun gibi bir sürü kural. Bütün bu “toplumsal” kuraların içine doğan çocuğun farklı bir tekamül anlayışı geliştirme ihtimali var mı? Mükemmel kural uyucusu yetiştirme amacındaki yetişkinlerin, gelişmiş insan ve toplum oluşturma ihtimali nedir? Acaba nedene sık sık duyarız. ” Ne kadar da düzgün, terbiyeli, okumuş bir insandı. Nasıl yapmış bunu? Tüh tüh sapmış yoldan….”

Gelişimi sadece toplumun kurallarına mükemmel uyan insan olarak yorumladığımız süreceI DON'T KNOW HOW BUT I HAVE TO MAKE THIS!!!:
ne “neden, ne için” diye sorabiliriz ne de şimdiki halimizden bir adım ileri gidebiliriz. Birbirimizin gözetmenliğini yapacağımıza, kendimizin gözetmenliğini yapsak belki kedileri köpekleri seven insanları yadırgamaz, saçını alıştığımızın dışında kestirmiş veya boyatmış bir kızı/kadını ayıplamaz, “ama o da tayt giymişti” deyip yaptığımız tecavüzü aklamaya çalışmayız.

Ayyyy, çok ciddi oldu:) Sen bizi ölmeden kendini azıcık bilebilmiş kullarından eyle Allah’ıııım! Aaamin.

Mükemmel olmamanın  ve etrafımdaki kuralcıların da mükemmel olmadığını anladığım andaki hafifliği tarif etmem olanaksız! İçim yaşam sevinci dolmuştu…